Anayasa’nın, “Seçimler yargı denetiminde yapılır” hükmüne rağmen yargı (YSK) neredeyse tamamen devre dışı bırakıldı... Tek işlevi nüfus müdürlüklerinin hazırladığı seçmen listelerini askıya çıkarmak oldu... Seçmen kütüklerinin askıda kalma süresi hep iki hafta iken ne hikmetse 10 güne indirildi... Eskiden listelerde adını göremeyen vatandaş itirazını muhtarlıklara yapabilir, başkaca hiçbir zahmete girmeden seçmen kartını alabilirken bundan vazgeçildi... İtiraz için nüfus müdürlüklerine gitme zorunluluğu getirildi... Parmak boyama uygulamasından - yine her ne hikmetse - vazgeçildi... Bütün bunlar yetmezmiş gibi... Ve de bütün bunların üzerine tüy dikercesine... TÜİK’in 20 Kasım günü yayınladığı genelge ile 60 günlük süre doldu gerekçesiyle seçmen kütüklerinin dayanağı olan Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi belgelerinin imha edilmesini istediği... Ve belgelerin çoğunun apar topar imha edildiği ortaya çıktı.
Baştan sona hukuka aykırı... Baştan sona kafalarda binbir soru işareti oluşturan bir seçim olur mu? Eğer TBMM kamuoyunda oluşan itirazları, kuşkuları... Muhalefet partilerinin uyarılarını, isyanlarını dikkate almaz da, olaya derhal koymazsa... Seçimin hemen ertesi günü büyük tartışmalar, kavgalar başlayacak gibi görünüyor...
Kurtlar Vadisi dizisi ekonomik kriz nedeniyle yayından kaldırılmış.
Neyse, krizin böyle bir faydası oldu hiç değilse...
Haldun Ertem
GALATASARAYLI Servet Çetin’in elmacık kemiği çatlamıştı. Siyah maske taktı. Bir aydır çıkarmıyor. Çatlak kemik bir ayda kaynamaz mı? Demek sebep başka. Bir dostumuzun yorumu şöyle:
- Maskeyi sahada rakipleri tarafından tanınmamak için takıyor...
Bayram tavsiyesi
Yarın bayram... Tadını çıkarın... Büyük kentler sessiz... Temiz... Şöyle bir dışarı çıkın... Büyüklerin elini öpün... Arta kalan zamanda deniz (yoksa dere veya göl) kıyılarında yürüyün... Temiz havayı ciğerlerinize çekin... Her alandaki umutsuzluğa inat “Gelecek günler var daha” türküsünü söyleyin... Yapacak şeyler var daha, diye düşünün... Sevin... Sevebiliyorsanız sevinin... Geleceğe doğru yürüyün... Hayat bu işte...
İçti, içti şef oldi...
Bundan 40 yıl önce... TRT’nin televizyonunda gece yarılarına kadar çalışırdık.. İşimizi öylesine severdik... Bir de gece bekçisi vardı binanın; Muhittin... Okuması yazması olmayan asil duruşlu bir Doğulu.. Gece saat başı binayı dolaşırken bizim odaya da uğrar.. Biz bir yandan çalışırız, bir yandan konyak yudumlarız... O da bakar, muzipçe gülerdi...
Bir zaman sonra biz siyasi programlar yapan bölümün şefi olduk... Muhittin de mutlu oldu... Zaman zaman bizi gösterip anlatırdı:
- Melih Bey, içti içti şef oldi...
Muhittin’in kötü bir niyeti yoktu... Benim yaptığım işler arasında yalnızca içki içmeme anlam verebiliyordu... Atatürk’ün ikide bir içkisinden söz açanlar da öyle... Diğer yaptıklarını henüz kavrayamadıkları için... Oraya takılıp kalmış durumdalar...
Nevzat Abla...
Ahter Teyze bizim hayatımızda özel yeri olan bir hanımefendiydi...
Eşini erken yaşta kaybetmiş, iki kızını adeta iğne ile kuyu kazarak, konu komşuya dikiş
dikerek büyütmüştü...
Çocukluğumuzda Çamlıca’da otururduk... Ahter Teyze ve kızları Nevzat ile Kamuran abla ise Üsküdar Doğancılar’da... Tek katlı
küçücük bir ahşap evde... Deniz tarafına uzanan bahçesi çiçeklerle dolu, cennetten bir
köşeydi... Ahter (Özen) Teyze, bahçesine
aklınıza ne gelirse ekerdi. Bir köşesine kum döküp üzerine çilek bile ekmişti de gelip evde
bulamadığımız bir gün, kardeşimle bahçeye
girip bütün çilekleri bitirmiştik. Ahter Teyze Bodrumluydu.. Çok güzel yemek yapardı... Hele susamlı tatlısı... Unutulur gibi değil... Yemek yapmakta annemin tek rakibiydi bize göre... Zaman zaman tuttururduk; “Annee hadi Ahter Teyzelere gidelim”... Gidildi mi gece kalınırdı.. O küçücük eve hepimiz birden nasıl sığardık... Nasıl da bir başka dertsiz dünyaya gelmişcesine sabah mutlu kalkardık... Hâlâ anlaşılmaz...
İstanbul, İstanbuldu o zamanlar... Üsküdar ve Doğancılar köklü ve İstanbul’un asaletini temsil eden insanların yaşadığı semtlerdi... Nevzat ve Kamuran abla, gerçek iki ablamızdı... Evlenmediler.. Bunu dert de etmediler. Bayramlarda biz üç kardeşe güzel giysiler dikerlerdi... Birkaç saat içinde toza batacak o giysileri ilk giydiğimizde bizi tepeden tırnağa süzen gözlerindeki ışıltıyı, mutluluğu, görmeliydiniz.
Nevzat Abla Zirai Donatım Kurumu’nda, Kamran Abla Adliye’de çalışırdı. Herkese derdini sorar ama kendileri hiç dert anlatmazdı. Dünyaya tüm insanları mutlu etmek için
gönderilmiş gibiydiler. Tüm insanlara ne
kadar mutluluk verebileceklerse o kadar
mutluluk vermeye hazır... Sevecen, dost,
birer iyilik perisi...
Nevzat Abla’yı dün kaybettik... Seksen
küsur yaşında hayattan ayrıldı...
Cami avlusunda tanıdık - tanımadık onlarca kişi bu ayrılığın acısını paylaştık...
Eşsiz bir insanı, uygar İstanbul’un gerçek bir hanımefendisini, sessizliğe uğurladık...
Yüreğimizde bıraktığı iyiliklerle ona
rahmet, geride kalanlara uzun ömür
dileyerek...
Özay Şendir
Şehidini bırakmayan ordu...
7 Temmuz 2025
Tunca Bengin
Ateşkes diyeceğine katile dur de...
7 Temmuz 2025
Cem Kılıç
Unutulan aylık 5 yıla kadar alınabiliyor
7 Temmuz 2025
Didem Özel Tümer
Hızlı hafta, kritik temmuz, sıcak yaz
7 Temmuz 2025
Abdullah Karakuş
Vatikan mesajları ve Papa’nın Türkiye ziyareti
7 Temmuz 2025