Sıradan Amerikalıyı kira öder gibi 20 - 30 yılda ev sahibi yapan ipotek sistemini Türkiye'de kurmak isteyen Ulusoy'a göre "satın alacağı kağıdın arkasında güçlü bir teminatın olması, yabancı yatırımcıya cazip gelir"Koç Finans'la Türkiye'de bir ilk'e imza atarak tüketici finansmanı sistemini ülkemizde yerleştiren Coşkun Ulusoy, şimdi de sıradan Amerikalı'nın kira öder gibi 20 - 30 yıl çok küçük taksitler ödeyerek ev sahibi olmasını sağlayan mortgage (ipotek) sistemini Türkiye'ye getirmek için kolları sıvıyor.
Koç Finans'tan geçen ay ayrılan Ulusoy, "5 yıl Koç Grubu, daha önce 7 yıl Ziraat Bankası... Artık kendi başıma çalışmak istiyorum. Danışmanlık ve yatırım bankacılığı da yapacağım. Ama asıl hayalim, Amerika'da sıradan vatandaşı ev sahibi yapan sistemi, Türkiye'de kurabilmek" diyor.
Bu sistem bugüne dek ülkemizde kurulmadıysa herhalde bir nedeni olmalı. Örneğin yasal çerçeve ve mevzuat eksikliği gibi... Bu soruyu Ulusoy'a yönelttiğimde "tüketici finansmanı da bir hayaldi. 1994'e kadar müsaade edilmedi, ama sonunda mevzuatı çıktı ve yapıldı. Birilerinin bunlarla uğraşması lazım. Ben talibim," diyor.
Mortgage sistemini benim anlamam kolay olmadı. Ulusoy ikinci kez anlatmak zorunda kaldığında ise aşağıdaki notları sizler için tuttum:
"ABD'de genç bir çift evlenince ne yapar? Giderler, en az 15 yıl, çoğunlukla da 30 yıl vadeli konut kredisi alırlar. Krediyi müteahhitin kendisi de verebilir, bir banka ya da tüketici finansmanı sağlayan bir kuruluş da...
Diyelim ki krediyi müteahhit verdi. Müteahhitin elinde ne var? 30 yılda geri ödenecek 30 tane senet.
Müteahhit parasını almak için 30 yıl beklemeyeceğine göre bu senetleri değerlendiren kısaca FNMA ya da GNMA olarak bilinen (Federal National Mortgage Administration ya da Govermental National Mortgage Administration) 2 kuruluştan birine gider. 30 tane senedi oraya teslim eder. Daha sonra bu senetler havuzda tek bir senet haline dönüşür.
Diğer yanda ise parasını değerlendirmek isteyen yatırımcılar vardır. Bu 2 havuzdan birine başvurarak bu senetlerden satın aldıklarında, karşılığında ipotekli ev gibi güçlü bir teminata sahip olmuş olurlar. Bu havuza senetlerini götürüp tek senet haline dönüştüren finans kuruluşu, banka ya da müteahhit ise parasını senet üzerinde yazan rakama göre belli bir iskonto karşılığı tahsil eder.
Ben bu sistemi Türkiye'de kurmak istiyorum. Getirilen senetleri alıp, kanuni bir operasyonla tek bir senet haline dönüştürüp, sonra da bunları başkalarına satmak istiyorum. Bu senetlere yabancı yatırımcıların çok ilgi göstereceğini umuyorum. Çünkü arkasında çok güçlü bir teminat, binlerce ipotekli ev var. Her bir senet, binlerce evi temsil ediyor olabilir.
Türkiye'ye gelen yabancı yatırımcı bir kağıdı satın almak istediğinde "bana ne tür bir güvence vereceksin?" diye soruyor. İşte size ev gibi son derecede kıymetli bir güvence, somut bir varlık. Bu sistem gelirse, yabancılar paralarını gönül rahatlığıyla getirir. Çünkü karşılığında ellerine sadece kuru bir kağıt parçası vermiş olmayacaksınız..."
İTÜ Makine, 4.5 yılda 10 milyon dolar bağışla yenilendi
İTÜ Makine Fakültesi Dekanı Prof. Nilüfer Eğrican'dan mektup var. Prof. Eğrican, göreve geldiği 1994'ten bu yana makine fakültenin geçirdiği kabuk değişimini ve biraz da kendini anlatıyor.
Eğrican, İTÜ Makine Fakültesi'nde öğrenim görmeye ve profesör olmaya karar verdiğinde henüz 8 yaşındaymış. Burslu gittiği Amerika'daki University of Maryland'de makine bölümünde okuyan tek kız öğrenciymiş. (Bugün İTÜ'nün Makine bölümünde 142 kız öğrenci var.)
1994'ten bu yana İTÜ Makine Fakültesi Dekanı olan Prof Eğrican, kendi ifadesine göre "sadece Türkiye'de bir ilki oluşturmakla kalmıyor, belki dünyada bile tek örnek olabilir."
Dekan olduğundan bu yana makine fakültesinde kütüphaneden amfilere, bilgisayar merkezinden otomasyon teknolojileri merkezine kadar el atılmadık yer bırakmamış. Bunların bir kısmı mevcudun yenilenmesi şeklinde olmuş. Bir kısmı da yoktan var edilmiş. Yenilenme için gerekli para mezunlardan, işadamı ve sanayicilerden, dekanın ifadesiyle
İTÜ dostlarından sağlanmış. Eğrican bu noktada Dr. Serdar Üründül'ün ve 1947 mezunları Dr. Orhan Öcalgiray'ın adlarını özellikle anıyor ve "1996'da Prof. Gülsün Sağlamer'in rektör olmasıyla diğer dekan arkadaşlarımın da bizimkine benzer çalışmalar yapmaları tüm üniversitenin bir atak yapmasını sağladı," diyor.
Sağlamer döneminde rektörlüğün İTÜ için sağladığı 50 milyon dolarlık bağışın dışında sadece Makine Fakültesi'ne 4.5 yılda 10 milyon dolar bağış yapıldığını ifade ediyor.
Amerikan üniversitelerinin standartlarını yakalamaya çalıştıklarını söyleyen Dekan Eğrican, "konferans salonu için 700 bin dolar harcadık. Multimedya merkezi 1 milyon dolara mal oldu, software'i de katarsanız 2 milyon dolara çıkar, çok amaçlı salon için 500 bin dolar harcadık. Bağışta bulunanlar da bizimle aynı duyguları paylaştıkları için hiçbir şeyden kısmadan çok rahat çalıştık," diyor. Tamamen yurt dışından sağlanan 3 milyon dolarla ise ilk 3'e giren master ve doktora öğrencisi ABD üniversitelere gönderilmiş.
Avrupa'da İnternet nerede az, nerede çok?
Avrupa Komisyonu'nun araştırmasına göre Avrupa'da İnternet kullananların sayısı son 1 yılda 2'ye katlanarak 27 milyona ulaştı.
Liberation gazetesinin haberine göre halen Avrupa'da evlerin yüzde 8,3'ünde İnternet erişimi bulunuyor ve önümüzdeki 6 ay içinde 12 milyon kişinin daha İnternet kullanmaya başlayacağı tahmin ediliyor. Araştırmada, Avrupa'nın kuzeyi ve güneyi arasında yeni teknolojilere ayak uydurma yarışının kuzey ülkeleri lehine sonuçlandığı da açıkça görülüyor.
İnternet kullananların toplam nüfus içindeki payında İsveç, yüzde 40 ile başı çekerken, Danimarka yüzde 25, Hollanda yüzde 19 ve Finlandiya yüzde 17 ile İsveç'i izliyor. Buna karşılık Avrupa'nın güneyindeki Fransa yüzde 4, Yunanistan ise yüzde 3'le bu yarışta herhangi bir iddia sahibi olamayacaklarını kanıtlamış bulunuyorlar. Avrupa'nın ortasında yer alan Belçika ise yüzde 8 ile sıralamanın da ortalarında duruyor.
ABD ise bu yarışta kesinlikle geri kalmayacağa benziyor. Amerikan Ticaret Bakanlığı'nca bu yılbaşında yapılan araştırmaya göre ülkede her 4 evden birinde İnternet erişimi mevcut. Ancak yetkililer, toplumda varolan eşitsizliklerin bu alanda da hüküm sürdüğünü belirtiyorlar. Araştırmalara göre eğitim ve gelir düzeyleri farklı toplum katmanlarının İnternet kullanım oranları arasında da yüzde 29'luk bir fark söz konusu.
Parmaklardaki elektrik bilgisayarı çalıştıracak
Parmaklarla üretilen elektrik akımıyla bir laptop bilgisayarı çalıştırmak yakında mümkün olacakmış. Amerikan bilgisayar firması Compaq, laptop'ların pillerini şarj etme derdini ortadan kaldıracak özel bir klavye geliştirmiş.
New Scientist dergisinin haberine göre klavyenin sırrı, her tuş altına yerleştirilen ince mıknatıslar ve klavyenin tabanındaki tel bobinlerde. Klavyenin tuşlarına her dokunuşta mıknatıslar tel bobinlere yaklaşarak küçük de olsa bir akım yaratıyor ve böylece piller, artı bir enerjiye gerek duyulmadan şarj ediliyormuş.
Kolaylıkla tahmin edebileceğiniz gibi yeni geliştirilen bu şarj mekanizması, cihazın fiyatını da ağırlığını da yükseltecek. Dolayısıyla ticari açıdan geleceği henüz belirsiz. Ancak Compaq mühendisleri, bu sorunu zamanla aşacaklarını düşünüyorlar.
Yazara E-Posta: mtamer@milliyet.com.tr