“Deliye her gün bayram” dense de...
Her günü bayram tadında geçirmek için illaki deli olmak gerekmiyor.
Fakat şu bir gerçek ki, yaşadığımız dünyada üzüntünün, kederin bini bir para...
Gönül isterdi ki, bayram mutlulukları daim olsun, 365 güne yayılsın.
Yaşadığımız her günün, her dakikanın kıymetini bilmeliyiz.
Her dakikanın tadını çıkarmalıyız.
Küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmeliyiz.
Doktor, hastasına sormuş, “Neyiniz var?” diye. Hasta başlamış derdini anlatmaya...
“Kendimi hiç iyi hissetmiyorum doktor bey. Mutsuzum. Ne yapsam, mutlu olamıyorum” demiş, kendisini mutsuz eden ne varsa hepsini tek tek sıralamış.
Hastasının şikayetlerini uzun uzun dinleyen doktordadır konuşma sırası:
“Size ilaç yazmayacağım. Biraz ileride sirk var ya, oraya gidin. Akrobatlar harikalar yaratıyor, seyirciyi heyecanlandırıyor.
Bir de palyaço var orada. Eminim ne derdiniz varsa hepsini unutacaksınız.”
Hasta, kaderiyle başbaşa kalmanın çaresizliğiyle yüzünü buruşturmuş, “O palyaço benim doktor bey” demiş.
Çok kıymetli bir arkadaşım anlattı:
“Üç yıldır annemin rahatsızlığıyla uğraşıyoruz. O illet hastalığa yakalandığından beri tadımız tuzumuz kaçtı.
Ben, kardeşlerim, eşlerimiz, çocuklarımız, kısacası ailemizin tüm fertleri, annemize moral vermek için seferber olduk.
Annemi en iyi doktorlara emanet ettik. Kemoterapi alıyor, ilaçlar kullanıyor.
Hepsi hikaye. En iyi, en faydalı ilaç, moral.
Doktorlar da öyle diyor zaten.
Peki biz insanoğlu, neden bir arkadaşımıza, yakınımıza, o lanet olası hastalığa yakalandıktan sonra moral vermeye çalışırız da sağlıklıyken bu işi yapmayız?
Neden onunla hep didişiriz, moralini bozacak davranışlarda bulununuruz?
Sonra hiç utanmadan pişmanlık duyarız, kendimizi affettirmek için moral hocalığına soyunuruz.”
Yerden göğe kadar haklı sevgili arkadaşım.
Hep mutlu olmak, sevdiklerimizi mutlu etmek varken, didişmek, yaralamak niye?
Ne diyor büyük şair Can Yücel?
Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan...
Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...
Sızlamayan her organ, hele de burun direği, bayramdır.
Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayıp “Çok şükür bugünü de gördük” diyebilmek...
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır.
Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle...
En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendiğine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek, bayramdır.
Bugün bayramın üçüncü, yarın son günü.
Yarından sonralarınızın da bayram güzelliğinde geçmesi dileğiyle.