Lider Başakşehir sevinmeli... Çünkü eski futbolunu oynayamadığı, o bilindik baskısını sadece anlık geçişlerle yapabildiği bir maçtan puan çıkardı. Üstelik bir bacağı kısa tamamlanan ilk yarıyı da namağlup lider bitirdi.
Üzülmeli; Mossoro’nun golü sayılmadı. Özellikle ikinci devredeki bazı pozisyonlardan gol çıkarabilirlerdi.
Adanaspor sevinmeli; lig lideri karşısında dimdik ayakta kaldı. Herkesin kaybedecek diye düşündüğü bir maçtan bir puan çıkardı. Oyun olarak da gelecek adına umutlandı.
Ancak onlar da üzülmeli... Roni’nin cezalı olması hücum dengesini bozdu. İlk kez 11’de yer alan, yetenekli olduğu her halinden belli olan Ahmet Dereli forvetteydi ama heyecandan ayakları birbirine dolaştı. Başakşehir savunmasını yalnız yakaladığı anlarda golünü yapamadı. Ev sahibinin son anda yakaladığı fırsatın gol olmaması da üzüntü verici başka bir durumdu.
Her şey bir yana, Mossoro’nun sayılmayan golü bile başlı başına bir olaydı. Hakem Hüseyin Göçek golü verdi, yardımcı önce durdu, ardından orta noktaya doğru koştu. Sonra Göçek, yardımcısıyla konuştuktan sonra golü iptal etti. Sanırım Vişça’nın ayağına çarptıktan sonra Mossoro’nun dokunduğu şeklinde yorumladılar. Eğer öyle bir nüans varsa ve
Gençlerbirliği karşısındaki Fenerbahçe'yi seyredemediyseniz eğer, iyi ki seyretmemişsiniz!
Bakın maç kötü değil; Fenerbahçe kötüydü. İlk yarıda pısırık, kendi kabuğuna çekilmiş, golü kontrataklara bırakmış -nitekim öyle de buldu- bir Fener sahadaydı. Kendi sahasında bu kadar silik bir takım, o sarı-lacivertli formaya hiç mi hiç yakışmadı.
Zaten kafayı kaldırıp tribünlere baktığınızda da maç Kadıköy'de değil, Ankara'da gibiydi. Daha doğrusu Başkent'te olsa daha fazla Fenerbahçeli gelirdi!
Kimse olayı cezalılara getirmesin. Bu talimat bugün yazılmadı ya... Küfürden tribün kapanıyordu, taraftar boşalıyordu. Çare böyle bulundu.
Bana sorarsanız, suçu sadece yapan çekmeli... Binlerce masum; evinde, cafede maç izlememeli...
Ama bugünler de geçecek.
Gençlerbirliği'nin ilk 45 dakikalık bölümde golü bulamaması, Fenerbahçe savunmasının yetenekleri değil, al-karalıların beceriksizliğiydi. Ama Fenerbahçe tarafından gelen tek gol, Lens-Sow işbirliğinin meyvesi ya da becerisiydi. Aslında bu ikiliye Şener'i de ilave etmek gerekir ki, uzun pasıyla Lens'in fitilini ateşledi. Sow'un vuruşu da akıllıca ve klastı. Gençlerbirliği'nin bir Sow'u olmadığı için sonuç böyle oldu.
Maçın ikinci yarısında Gençlerbirli
Burada kim kazandı, kim kaybetti önemli değil... İkisi de kaybetti. Başakşehir'in iki puan yitirdiği günde, Fenerbahçe de, Beşiktaş da galip gelemeyince, hem Abdullah Avcı, hem de Riekerink bayram etti. Gerçi Galatasaray'ın da kazanacağının garantisi yok ya! Ama kazanırsa da Fenerbahçe'nin önüne geçeceği de bir gerçek hani...
Fenerbahçe risk alır diye bekledik, "Olursa olur, olmazsa da olur" derdindeydiler. Beşiktaş bile en azından sahaya çıkan 11'iyle daha bir risk taşıyordu. Ama maç başlayınca, sadece bunun kağıt üzerinde olduğu görüldü.
İlk yarı boyunca, Fenerbahçe'nin sağı, Beşiktaş'ın solu çalışıp durdu. Hatta bir ara orada, Quaresma ile Kerim'in bir arada olduğunu bile gördük. Doğrusu bu ya, bu anlarda taş gibi ayakta duran Şener oldu.
Maraton tribündekilerin yerine olsam, maç parasının yarısını isterdim! Çünkü futbolcular sürekli karşı çizgi boyunca çarpıştı.
Fenerbahçe, o sürece birkaç pozisyon sıkıştırdı ama bu gole ulaşmaktan uzaktı. Josef de Souza çalışkandı o kadar...
İkinci yarıda Fenerbahçe'nin gol atması gerektiği aklına geldi. Beşiktaş'ı şöyle bir sıkıştıralım dile düşünmüştüler herhalde! Bunda Volkan Şen'in girmesinin de rolü büyüktü elbette...
Van Persie mi neredeydi?
Ne Beşiktaş'ın cüssesi, ne de Başakşehir'in süksesi... İkisinin de kalitesi üç puan için yeterliydi ama birisi diğerine üstünlük sağlasaydı ayıp ederdi! Daha doğrusu biri diğeri karşısında üstünlük kursaydı, kazanan ile kaybeden arasında sadece nüans olabilirdi.
Çünkü Beşiktaş ikinci yarıda ne kadar üstünse, lider ilk devrede Kartal'ın kalesini abluka altına almıştı. Ne zamana kadar? Emre Belözoğlu'nun oyundan çıktığı 40. dakikaya kadar... Emre çok mu önemliydi? Öyleydi. Arkadaşlarına güven veriyor, topu rahatlatıyor, Beşiktaş'ı rahatsız ediyor ve liderin lideri olarak takımını yönetiyordu. İlk yarım saat içerisinde orta sahada bariz üstünlük kuran Başakşehir, bulduğu pozisyonları değerlendirebilse, soyunma odasına çok farklı bir durumda gidebilirdi.
Beşiktaş'ta yine en çok göze batan Quaresma idi. Takımın durduğu anlarda bile Portekizli hiç durmadı. Başakşehir'in sol kanadı resmen felç oldu. Ferhat, onunla baş edebilmek için çırpındı durdu.
Kartal'da özellikle ilk yarı boyunca aksaklıklar fazlaydı. Kaleci-defans uyumsuzluğu, Gökhan İnler'in devreye girememesi, Oğuzhan'ın patlayıcı güç eksikliği, tribünlerin canını sıktı.
İkinci yarının başlangıcı, Beşiktaş adına da maçın başlangıcı
Beşiktaş, anlaşılan o ki, Şampiyonlar Ligi'ne daha fazla kafa yoruyor, ligi, "Nasıl olsa alırız" havasında oynuyor.
Yooo, İstanbul'da bırakılanlar için demiyorum bunu... Kimileri, Adriano, Rhodolfo ve Tosiç için, "İhtiyati tedbir" için getirilmediğini söylüyor ya, bakmayın siz onlara... Hiç bir hoca, iki gerçek sol beki varken, sağdan devşirme bir bekle çıkar mı? Onlar Benfica karşısında oynayacak da, Gökhan veya Beck oynamayacak mı?
Demem o ki, 17. dakikada 2-0 yapan, o andan itibaren çok daha fazlasını kaçıran bir takımın beceriksizliği neyle tanımlanabilir? Dikkat eksikliği dışında diyecek ne var? Ancak kendileri sahada, akılları Avrupa'da olan bir futbolcu güruhu bunu başarabilirdi.
90 dakikalık sevap ve günahlarına bakalım, ceza tahtasının ilk sırasını Bekir Yılmaz'a bırakalım. Beşiktaş'ın penaltı kazandığı pozisyonda yapacak onca şeyi varken, el, kol, ayak hepsiyle birlikte topu engellemeye kalkmak, en azından kalesine gol atmaktı.
Taraftarı "Ah be Bekir" diyordu ki, Atiba'ya yaptığı hareketle oyun dışında kaldı. Hakem Ali Palabıyık'ın bile böyle bir futbolcunun Adanaspor'a daha fazla zarar vermesine gönlü razı olmadı! Bekir'e kırmızı tamam... Ama Quaresma'nın geçen hafta
Sonda söyleyeceğimizi başta belirtelim de, darılmaca, gücenmece olmasın. Aboubakar'ın golü öncesinde Tosiç'in yaptığı faul mü? Faul... Gelişi de faul, yaptığı da...
Aynı hareket Beşiktaş'tan bir oyuncuya, hem de ceza alanı içerisinde yapılsa eminim ki siyah-beyazlılar da penaltı beklerdi. Ama hakem Barış Şimşek atladı. Şanssızlığı, o pozisyonun devamının gol olmasıydı.
Beşiktaş, o gol olmasaydı kazanamaz mıydı? Tabii ki kazanırdı. Ligin namağlup iki takımından biri, Napoli fatihi; ilk yarı boyunca inanılmaz bir dirençle karşı karşıya kaldı. Antalyaspor'a Rıza Çalımbay'ın elinin değdiği o kadar belli ki... Savunmanın orta sahada nasıl yapılacağını, haddini bilerek nasıl oynanacağını o kadar iyi gösterdiler ki... Gole kadar disiplinden taviz vermediler, tatlı sert oynadılar ve Beşiktaş'ın ataklarının olgunlaşmasına engel oldular.
Faul vardı, şöyleydi, böyleydi dedik ama bunların hiç biri Aboubakar'ın süper golünü gölgede bırakmamalı... Avrupa'daki goller, doping olmuş doping! Moral yerinde, özgüven yerinde olunca Aboubakar da bir başka oluyor.
Fabri, çok kritik bir hatanın dışında iyi ve başarılıydı. Ama esas oyuncu, hani o meşhur faulün kahramanı Tosiç'ti. Sahanın en iyisiydi. Eto'o
Eğer Kayserispor-Beşiktaş maçını izlemediyseniz, skora bakıp, tatsız tuzsuz bir mücadele varmış gibi düşünebilirsiniz. Ancak bu pozisyon zenginliğinde cimrilik(!) kaleci Muammer'deydi. Sahanın en iyisinin o olması, Beşiktaş'ın ne kadar kaçırdığının, Kayserispor'un ise nasıl ucuz kurtulduğunun en güzel ifadesiydi.
Fenerbahçe karşısında da, Galatasaray beraberliğinde de Kayserispor, elinden geleni fazlasıyla yaptı. Ancak kalibresi Beşiktaş'a yetmedi.
Aboubakar hızla gol kaçırma rekortmeni olma yolunda ilerliyor. Yerine geldiği Mustafa Pektemek'in bile yerini doldurmayı beceremedi! Hani Mustafa bile Başakşehir'de iki gol, iki asistle katkı verdi.
Beşiktaş, çift forvetle oynamayı bir türlü beceremiyor. Şenol Güneş, eldekilerle çorbayı biraz daha tatlandırmak istiyor ama nicelik, niteliği artırmıyor maalesef... Güneş haklı! Bu kadar kaliteli oyuncu bir araya gelmişse herkesin kafası karışır! Bir de herkesin yüzü gülsün diye uğraşırsa, hiç beklemedikleri de başına gelir. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık...
Şenol Hoca ayrıca bir değil, bin düşünüyor. Üç gün sonra Napoli ile oynayacak. Burada nasıl olacak, orada nasıl oynayacak? Kafada yığınla soru... Gel de çık işin
Allah sevdiği kuluna eşeğini önce kaybettirir, sonra da buldururmuş.
Beşiktaş'ınki de o hesap... Sen 90, pardon 93 dakika boyunca uğraş, didin, nice goller kaçır, sonra da üç puanı son anda yakala... Her halde cümle Beşiktaşlı, böyle bir galibiyetin ardından derin bir "Oh!" çekip, koltuğun arkasına doğru şöyle bir gerilmiştir.
Nasıl bir stresti yarabbi... Bir tarafta atmak için çırpınıp duran Beşiktaşlılar, diğer tarafta yememek için direndikçe direnen Çaykur Rizesporlular... İkisinin de işi zordu!
İlk 45 dakikayı zaten konuşmanın alemi yok. İkinci devredeki Beşiktaş ile ilk yarıda ortada dolaşan takım arasında fark çok... Oyuna Quaresma, Aboubakar girdi de millet biraz heyecan gördü. Hem oyunun taktiği değişti hem de oyuncuları... Ama eminim ki Beşiktaşlılar, Aboubakar'ın kulaklarını "Çın, çın" çınlattı.
Tolgay, Rize karşısında rüştünü biraz daha ispatladı sanki... Biraz daha fazla devreye girdi, bu takımda yerinin olduğunu gösterdi. Siyah-beyazlı oyuncunun verdiği paslar gol olsa, herhalde asist krallığı için yarışırdı.
Maçın kahramanlarının başında Caner'i göstermek de yanlış olmaz. Günden güne artan formuyla Caner, bu ülkede sol bekte alternatifsiz olduğunu gösteriyor sanki... Hani