57. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil beş ödülle dönen “Hayaletler”in yönetmeni Azra Deniz Okyay, festivale damga vuran isim oldu. İlk uzun metrajına “Hayaletler”le imza atan Okyay, “Kadınların sesini dinlemek zor olacak bazıları için onu fark ettim” diyor
Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde büyük ödülü kazanan “Hayaletler”, 57. Antalya Atın Portakal Film Festivali’ne de damga vurdu ve ilk uzun metrajına “Hayaletler”le imza atan Azra Deniz Okyay’ı sinema dünyasının gündemine taşıdı. Antalya’dan En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu (Ayris Alptekin), En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Nalan Kuruçim) ve En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Emrah Özdemir) olmak üzere beş ödül kazanan film, dört karakterin birbirine dokunan hayatlarını merkeze alıyor. Büyük bir elektrik kesintisinin yaşandığı tek bir günde geçen film, Antalya jürisi tarafından cesaret ve ilham vurgusuyla ödüllendirildi. Film, erkek sinemacıların ve erkek hikayelerinin öne çıktığı Türkiye sinemasında bir değişime işaret etti ve dinamik, enerjik ve yaratıcı diliyle taze bir soluk getirdi. “Hayaletler”den önce kısa film “Küçük Kara Balıklar” ve kısa belgesel “Sulukule Mon Amour”a imza atan Okyay’la bir araya geldik, filmini konuştuk.
Antalya’daki gösterimden sonra birçok kişi filmin verdiği enerjiden bahsediyordu. Bir yerde “punk operası” demişsiniz. Filminizin hissettirdiği sizce punk’ın isyan enerjisi mi?
Punk kelimesi tam doğru değil, tanımlamak için söylemiştim. Genelde isyan etmeyen kadınlar gördüğümüz için isyan eden kadınlar göreceğimizi belirtmek istemiştim. “Biz geliyoruz kız kıza ve haberiniz olsun” gibi bir şeydi. Kendi sorunlarıyla uğraşan kadınları ortaya koydum ve sonunu kötü bitirmeden açık bıraktım. Gösterimden sonra çıkan eleştirilere baktım. Beğenilmeyebilir tabii ama bana birazcık enerjik bir şey yapınca da sanki yemek sunmuşum onlara da beğenmemişler, böyle yapılmaz demişler gibiydi. Kadınların sesini dinlemek zor olacak bazıları için, onu fark ettim.
Filmi yazarken umutsuz bir yerden başladığınızı okudum, umutla bitmesi süreci nasıl oldu?
Hayatla ilgili umutsuzum. Kolay şeyler yaşamıyoruz. Ancak yakın arkadaşlarımı, hayatlarında dengesini tutturmuş insanları ortaya koymanın umut vereceğini düşündüm. Umut veriyor çünkü çok az gösteriliyor. Herkes kendi kafasında bir şey yaşıyor. Onu farklı ve müzikal bir şekilde koyup finalde hareket anını göstermek bile bir eyleme geçiş galiba.
Senaryoyu yazarken nasıl dinamiklerden yola çıktınız?
57. Antalya Altın Portakal Film Festivali, bugün gerçekleşecek ödül töreniyle sonlanıyor. Ulusal yarışmada öne çıkan filmleri mercek altına aldık...
Bu yıl pandemi nedeniyle açık hava gösterimleriyle festival takipçileri ve Antalya izleyicisiyle buluşan 57. Antalya Altın Portakal Film Festivali, bugün düzenlenecek ödül töreniyle sonlanıyor. “Sarı Sıcak” filmiyle Altın Lale kazanan Fikret Reyhan’ın yeni filmi “Çatlak” ve tecrübeli yönetmen Derviş Zaim’in “Flaşbellek”i henüz izlenmedi. Kalan 10 film arasında ödüle yakın olanları mercek altına aldık.
Venedik Film Festivali’nin Eleştirmenler Haftası bölümünde dünya prömiyerini yapan ve bölümün büyük ödülünü kazanan Azra Deniz Okyay’ın “Hayaletler”i yarışmanın ödüle en yakın filmlerinden biri. Şehirde büyük bir elektrik kesintisi sırasında ve bir günde geçen film, dört karakterin birbirlerine değen hayatları etrafında dönüyor. Okyay’ın dinamik bir yönetmenlik sergilediği ve umutla biten filminin, İstanbul’u Türkiye sinemasında alışılmadık resmedişi, yenilikçi sinema diliyle jürinin öne çıkaracağı filmlerden biri olacağı tahmin edilebilir.
57. Antalya Film Festivali’nde ulusal yarışma aile içi ilişkileri konu alan iki filmin Türkiye prömiyerlerine ev sahipliği yaptı.
2014 yılında ilk uzun metrajlı filmi “Toz Ruhu”na imza atan Nesimi Yetik’in yönettiği “Dirlik Düzenlik”, üç kadından oluşan bir aileyi merkeze alıyor. Yönetmenin bol ödüllü kısa filmi “Annem Sinema Öğreniyor”da da yer alan annesi Dudu Yetik’in canlandırdığı anne ile Asiye Dinçsoy ve Betül Esener’in canlandırdığı iki kız kardeş Hicran ve Vildan, aynı evde yaşıyorlar. Kız kardeşler arasında uzun süredir çözülmemiş sorunlar, anne Dudu’nun evlenip onlardan ayrılmak istemesiyle yüzeye çıkıyor. Yönetmen sıklıkla yer verdiği yakın planlarla Türkiye’de kadın olmanın getirdiği zorlukları da mercek altına alıyor. İzleyiciye tanıdık gelecek aile hallerinin ve çatışmaların döngüselliğine vurgu yapan ve çözümlerin kolay olmadığının altını çizen film, karakterler üzerinden dramı derinleştiriyor.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde geçen ve prömiyerini Rotterdam Film Festivali’nde yapan “Maddenin Halleri”nin yönetmeni Deniz Tortum’la sağlık alanında gündelik olandan yola çıkan filmini konuştuk
Pandemi sonrasında tüm dünyanın gözü tıbba ve sağlık çalışanlarına dönmüşken Deniz Tortum’un yönettiği belgesel “Maddenin Halleri”, izleyicisini Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne davet ediyor. Bu, ameliyathanelerden tıp derslerine, hastanenin geceleyin boşalan koridorlarına uzanan bir gezinti.
Can Eskinazi’yle “Anadolu Turnesi”ni (2018) yöneten, Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yapan sanal gerçeklik filmi “Selyatağı”na (2018) imza atan Deniz Tortum, “Maddenin Halleri”yle bu ay içinde Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali’nde ulusal belgesel yarışmasında yer alacak. İzleyicisine hastanede gündelik olandan ölüm ile yaşam arasındaki çizgiye uzanan birçok farklı bakış açısını sunan filmi Tortum’la konuştuk.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’yle kurduğunuz ilişkiden bahsedebilir misiniz?
Doğduğum ve babamın meslek hayatı boyunca çalıştığı hastane. Cerrahpaşa etrafında büyümek ilginç bir deneyimdi. Çünkü hastanenin sıkıntılı taraflarına bakmadan gündelik, eğlenceli ve ilginç taraflarını gözlemleme şansınız oluyor. Hastanedeki doktorlarla da çok daha yakın bir ilişki kurup hastaneyi onların gözünden de görebildim. Babamın hastane hakkında nasıl konuştuğu da beni etkiledi. Hastanedeki şakaları ve eğlenceli olayları anlattığı pek çok vakit geçirdik beraber. Küçüklükten itibaren hastaneye çok şenlikli bir gözden bakmış oldum.
Filmin yapısını nasıl kurdunuz, nasıl bir mesafe aldınız?
Gündelik olandan mesela doktor odalarındaki sohbetlerden, ameliyathaneye yani izlemesi daha zor yerlere de giden bir yapısı var filmin. Bu, en başından beri bilinçli bir tercihti. Çünkü hastanede çalışmak ve yaşamak, tüm bunlara benzer bir mesafede yaklaşabilmeyi gerektiriyor. Öğlen tatilinde yemek yiyip sohbet ederken bir anda bir ameliyata giriyorsunuz. Bunları farklı bir şekilde kodlamanız ve normalleştirmeniz gerekiyor ki, gündelik hayatın bir parçası olsun. Film, kadavra sahnesiyle başlıyor. Bu sahne benim için sanki bir tıp öğrencisinin karşılaştığı ilk şok; tıp eğitimine hazırlama anı. Kadavrayla karşılaşma, mesleğin konusu olan insanla, ölümle, hastalıkla karşılaşma demek. Ondan sonra gördüğümüz her şeyin etkisi azalıyor, gündeliğin bir parçası oluyor. Bu da mesleğin bir parçası ve bence güzel bir şey.
“Tenet”te, Christopher Nolan’ın kendi iddiasının üzerine bir de pandemide kapalı olan sinemaları kurtarma iddiası ekleniyor. Zaman kuramlarına dayanan casusluk filminde Nolan ya kendisinden ya da izleyicisinden çok şey bekliyorChristopher Nolan ve sıradan bir proje mi? Bu, hiç olmadı. “Inception/Başlangıç” ve “Interstellar/Yıldızlararası” ile bir ruh kardeşliğine sahip yeni bilimkurgu aksiyonu “Tenet” ise Nolan’ın hesap etmediği sıra dışı yeni bir iddiayı da taşıyor: Pandemi sonrası sinemalarda yaşanan durgunluğu sonlandıracak büyük gişe filmi! Bu gerçekleşebilecek mi? Dünyanın dört bir yanındaki izleyicilere bağlı. Bu bilinmezi bir kenara bırakıp film, kendi iddialı metnini ve aksiyonunu nasıl taşıyor diye bakmadan önce, sır gibi saklanan hikâyeyi ve sürprizleri ele vermeden özetleyelim: Denzel Washington’ın oğlu John David Washington tarafından canlandırılan Kahraman adlı ana karaktere Üçüncü Dünya Savaşı’nı önleme görevi verilir. Gelecekten gelen bir teknoloji, Dünya’nın sonunu getirme potansiyeli taşımaktadır. Kahraman’ın elinde fazla ipucu yoktur: “Tenet” kelimesi ve bir el hareketinin rehberliğinde, bu teknolojinin izini sürer. Görevini yerine getirmeye çalışırken Neil adlı başka bir casusla tanışır. İkili, fizik ile zaman kuramlarının da devreye girdiği bu bulmacayı çözerken yolları, Hindistan’da bir silah tüccarına da, Sovyetler döneminin gizli bir şehrinden çıkmış Rus oligark Andrei Sator ile eşi Kat ve oğluna da uzanır.
Casusluk komplosu
İstanbul’un iki yakasının iki bağımsız salonu Beyoğlu ve Kadıköy sinemalarının yöneticileri Funda Kocadağ ve Utku Ögetürk, yeniden izleyicileri ağırlama konusundaki izlenimlerini paylaştılar...
İstanbul’un iki yakasında bulunan iki bağımsız sineması, Beyoğlu ve Kadıköy, dün gösterime giren yeni Christopher Nolan filmi “Tenet” öncesinde uzun bir sürenin ardından özel seçkilerle izleyicileri ağırlamaya başladı. 14 Ağustos’ta kapılarını açan Kadıköy Sineması’nın yöneticisi Funda Kocadağ ile 7 Ağustos’ta Şehre Dönüş seçkisiyle izleyicilerini ağırlamaya başlayan Beyoğlu Sineması’nın yöneticisi ve sinema yazarı Utku Ögetürk’e özel programlarını, izleyicilerin tepkilerini ve “Tenet”i bekleme sürecini sorduk. Kocadağ, beş ay sonra Kadıköy Sineması kapılarını açtığında salonu özlemiş bir seyirciyle karşılaştıklarını söylüyor: “İçlerinden bazıları sosyal medyalarında salon fotoğraflarımızı paylaşıp çok özlediklerini söylediler. Tedirgin olarak gelen ama alınan önlemleri görünce rahatlayarak film izleyenler de vardı.”
‘Tedirginlik yok değil’
Ögetürk ise “Açıkçası, birebir diyalog kurma fırsatı bulduğumuz sinemaseverlerin düşüncelerinden yola çıkacak olursak heyecan ve mutluluğun hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Tabii ki, bu mutluluğun yanı sıra neredeyse herkesin yüzünde bir tedirginlik de yok değil. Özetle, hepimiz için uzun ve psikolojik olarak yorucu karantina süreci sonunda yaşadığımız duyguların bir yansıması sanırım” diye anlatıyor, Beyoğlu Sineması izleyicisinin ruh halini.
Bugün itibarıyla mart ayında kapanan salonlarının kapılarını açan sinema salonu zinciri CGV Mars Cinema Group’un basın toplantısında salonlarda alınan önlemler paylaşıldı ve tüm salonların 1 Eylül’de faaliyete geçmesinin planlandığı açıklandı
Mart ayında koronavirüs nedeniyle kapılarını kapatan, Türkiye’nin en büyük sinema salonu zinciri CGV Mars Cinema Group, salonlarını bugün açıyor. Bu aranın ardından dün çevrimiçi düzenlenen bir basın toplantısında önlemler ve çalışmalar paylaşıldı. Toplantı, pazarlama ve sinema operasyonlarından sorumlu CGV Mars Cinema Group COO’su Nurdan Ulu Horozoğlu’nun ev sahipliğinde gerçekleşti. Salonların yüzde 60 izleyici kapasitesiyle faaliyete geçeceğini ifade eden Horozoğlu, bugün itibarıyla salonların yüzde 90’ını açacaklarını, 1 Eylül’de ise tüm salonların hizmet vereceğini belirtti. Horozoğlu, “Çok zor bir dönem geçirdik. Sinema sektörü de büyük bir darbe yedi. Vizyon takviminin hazırlığı için uğraştık. Sektör için neler yapabiliriz diye çalıştık. Çalışanlarımıza eğitim verdik. Açılışımızı daha fazla ertelemek istemedik” dedi ve ekledi: “1 Temmuz itibarıyla salonların açılabileceği açıklandı.
Biz de kendi içimizdeki hazırlıkları tamamlayıp 7 Ağustos’ta açma kararı aldık. İnanılmaz bir hazırlık süreci geçirdik.” Hazırlıkları Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’nın kılavuzlarıyla yaptıklarını ifade eden Horozoğlu, Cinemaximum Hilltown’da verdiği turda sosyal mesafe kurallarını açıkladı, gişelerde ve salondaki önlemleri gösterdi.
Geceyarısı Ekspresi, Mississippi Yanıyor, Fame, Evita ve Angel Heart gibi filmlerinin işaret ettiği üzere kariyeri boyunca türler arasında zorlanmadan gidip gelen İngiliz yönetmen Alan Parker, 76 yaşında öldü.
Aralarında “Geceyarısı Ekspresi / Midnight Express”, “Bugsy Malone” ve “The Commitments”ın da olduğu filmlerin usta yönetmeni Sir Alan Parker, önceki gün 76 yaşında hayatını kaybetti. Parker’ın ölüm nedeniyle ilgili bir açıklama yapılmadı ancak yönetmenin uzun süredir hasta olduğu belirtildi. Parker, “Mississippi Yanıyor / Mississippi Burning”, “Fame”, “Evita” ve “Angel Heart” gibi filmlerinin işaret ettiği üzere kariyeri boyunca türler arasında zorlanmadan gidip geldi ve izleyicilerin uzun süre aklında çıkmayan filmlere imza attı.