07.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
Oktay Akbal
"Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır."
Mustafa Kemal Atatürk
TÜRK Dil Kurumu işte bu amaçla oluşturulmuştu: 12 Temmuz 1932'de... Ama 12 Eylül sonrasında, 17 Temmuz 1983'te çıkarılan bir yasayla Başbakanlığa bağlı "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurulu" içinde bir "devlet dairesi"ne dönüştürülünceye kadar gerçek Türk Dil Kurumu tam 51 yıl, 3 ay, 7 gün yaşadı.
TDK kurucularından Ruşen Eşref Ünaydın bu konudaki anılarında olayı şöyle anlatıyor:
"11 Temmuz 1932'de Reisicumhur Gazi Mustafa Paşa Hazretleri'nin davet iltifatlarını aldım. Akşam üzeri Çankaya'ya gittim. Kendileri birkaç vakittir yeni köşke geçmişlerdi. Yukarı katta, kitap odasının yanındaki çalışma salonunda huzurlarına çıktım."
Tarih kongresi yeni bitmiştir. Salonda Yusuf Akçora, Samih Rıfat, Sadri Maksudi, Hamit Zübeyr gibi kişiler büyük bir masanın başında oturmaktadırlar. Konuşmalar bittikten sonra Gazi birden sorar:
"Dil işlerini düşünecek zaman da gelmiştir. Ne dersiniz?"
"Türk Dili Tetkik Cemiyeti" (ki sonradan Türk Dil Kurumu adını alacaktır) Samih Rıfat, Celal Sahir, Ruşen Eşref, Yakup Kadri'nin başvurusu üzerine kurulur. 26 Eylül günü de TDK'nın kuruluş günü olarak dil bayramı kabul edilir.
Atatürk'ün isteğiyle oluşturulan, 51 yıl süren Atatürk'ün Tarih ve Dil Kurumlarına vasiyet ettiği Türkiye İş Bankası pay kağıtlarının geliriyle yaşayan, çalışan, ürün veren bu iki kurum 12 Eylül paşalarının ve onlara bağlı Danışma Meclisi'nin eliyle özgürlüğünü yitirmiş, bir devlet dairesi biçimine dönüştürülmüştür! En acısı da, TDK'nın, tutucu kişilerden oluşturulacak bir akademi niteliğine kavuşması için çaba harcayanlara, yani öztürkçe karşıtı birtakım kişilere teslim edilmesidir. Çoğu "Tercüman" gazetesinin "Yaşayan Türkçe" sayfasında toplaşan bu sözde aydınlar, askerlerin yardımıyla, Atatürk'ün kurumunu ortadan kaldırmışlardır.
Nadir Nadi, tutulan yolun yanlışlığını belirten bir yazısında (ki bu yazı yüzünden Sıkıyönetim Mahkemesi'nde üç ay hapse mahkum edilmiştir) 12 Eylülcülere şu uyarıyı yapıyordu:
"Dilimizin arınması, ulusal birliğimizin pekiştirilmesi uğruna çalışan, yıldan yıla başarılı sonuçlar alan, hiçbir zorlayıcı gücü olmadığı halde önerdiği sözcükler, hatta gericilerce de kullanılan, bu kurumu iptal etmek, eğer gerçekleşirse bizce yeni yönetim hesabına büyük, çok büyük bir yanılgı olacaktır. İsteseydi, Fransız Akademisi'ne benzer bir kuruluşu Atatürk kendisi de yaratabilirdi. Öyle yapmayıp da, böyle yaptı ise bunun nedenleri bulunmak gerekir. Başlıcası, sanırım Dil ve Tarih Kurumlarını parti ve her türlü politika oyunlarının dışında Türk dilini ve Türk tarihini kendi varlıkları içinde geliştirmek olmalıdır."
Şu günlerde, İçişleri Bakanlığı'nın öncülüğünü yaptığı bir görüş var, daha doğrusu bir yasa önerisi hazırlanıyormuş, ülkemizi baştan başa saran yabancı sözcüklerle savaşmak, hemen her kentin caddesinde, sokağında görülen İngilizce, Fransızca, İtalyanca adların, sözcüklerin yerine Türkçelerinin konulması... Bunu yasa zoruyla yaptırmaya kalkışmak çok yanlış bir tutum olacaktır. Dergiler var, adları Türkçe değil, gazeteler var, oteller var, mağazalar var! Önümüzdeki canlı örnek, Taksim'deki "The Marmara" otelidir! "The" ne oluyor, yalnızca Marmara Oteli denince önemini mi yitiriyor? Ya TV'ler, "Flash TV", "Star TV"ler!..
Bakıyorum Hacı - Bacı hükümetinin bakanları yabancı sözcük derken yalnız İngilizce, Fransızcayı anlıyorlar! Ya Arapça, Farsça adlar, sözcükler ne olacak? Onları değiştirmeyi düşünmüyorlar mı? Türkçeyi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak istiyorsak Türkçe, öztürkçe olmayan tüm sözcükleri dilimizden atabilmeliyiz.
Ama bu işler böyle tepeden inme buyrukla, yasa zoruyla olmaz. İçtenlikle Türkçeyi korumak, yabancı dillerin istilasından kurtarmak isteniyorsa, ilk yapılacak iş, Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nu yeniden yaşama geçirmektir. Bağımsız, özerk bir kuruluş niteliğiyle, 51 yıl boyunca sürdürdüğü başarılı çalışmalarına bırakıldığı yerden yeniden başlatarak... TBMM'deki, Atatürk devrimine bağlı olduğunu söyleyen partiler, liderler, politikacılar, öncelikle Türk Dili'ni ve Atatürk'ün kurumunu hiçbir işe yaramaz "devlet dairesi" olmaktan kurtarsınlar. Bu "daire"nin başındaki, yıllardan beri Türkçeye karşı Osmanlıcayı savunmuş birtakım kişilerin, "maaşlı" işlerine son versinler.
Türk dili, ancak Türk dilini sevenlerin eliyle kişiliğine kavuşabilir...