Bütün bunlar müthiş bir beklenti yarattı toplumda. Buna göre Avrupa Birliği ile ilişkilerde tam üyelik hedefine doğru yol alınacak; IMF ile görüşmelerde hiçbir sorun çıkmayacak ve programa sosyal boyut kazandırılacak; yoksullara yardım eli uzatılacak; ekonomideki canlanma hızlanacak ve işsizlik azalacak, duble yol ve konut seferberliği başlayacak; türban sorunu gerilimsiz çözülecek ve Tayyip Erdoğan başbakan olacaktı.Gerçekte ise bu konuların her birinde ya da bazılarında düş kırıklıkları yaşanabilir ve yaratılmış olan yüksek beklentilerin gerçekleşmemesi AKPyi ve liderini ciddi sıkıntılara sokabilir. Uluslararası finans çevrelerinin nabzını da tutabilen bir dostum ilginç bir noktaya dikkat çekti, "AKP seçimler öncesinde yaptığı vaatlerde oldukça ölçülü davrandı, fındık dışında aşırı vaatlerde bulunmadı; seçim sonrasında ise süre de belirleyerek bir sürü vaatte bulundu, kendini bağladı" dedi. Gerçekten de AKP neredeyse Anayasayı değiştirebilecek bir çoğunlukla tek başına iktidar olunca ve piyasalarla medyadan da umduğunun ötesinde bir destek görünce "Acil Eylem Planı"yla vaatleri sıralamaya başladı. ANAPın ilk iktidar dönemindeki hızını model alan AKPnin lideri Erdoğanın gezi programı da bir tür yıldırım harekatı biçiminde sürüyor. Bu arada hükümet yetkililerinin iyimser ve iddialı açıklamaları da birbirini izliyor. Kendimizi sorgulamanın tam sırası mı? M. yıllardır tanıdığım, görüş alışverişinde bulunduğum, açık fikirli bir bankacı. Geçen hafta müdiresi olduğu şubeye uğradığımda önce piyasalardaki aşırı iyimserliği konuşmaya başladık."Basın neden bu kadar destek veriyor AKPye?" diye sorarken o günkü gazeteyi aldı eline ve başörtülü bakan eşi fotoğraflarını gösterdi bana. O fotoğraflar onun da içine fena işlemiş, umudunu karartmıştı. Annem 23 Nisan günü doğmuş, tam bir "Cumhuriyet çocuğu". Babası CHPnin tek parti olarak ülkeyi yönettiği dönemde müsteşarlık ve milletvekilliği yapmış bir mühendis, Cumhuriyet Türkiyesinin temelini atan kuşaktan bir bürokrat. O ortamda yetişen annem için Atatürkün Türkiyeye gösterdiği hedefler ve bu hedefleri simgeleyen semboller hep çok önemli oldu. Siyasi tercihlerinde ise katı olmadı annem, CHP geleneğinden gelen bir aileden olmasına karşın 1950de Demokrat Partiye oy vermişti, 1983te de Özala oy verdi, bu açılımlara şans tanımak istedi. Son seçimde AKPye oy vermeyi aklının ucundan bile geçirmedi ama AKPyi ve liderini birinci günden mahkûm da etmedi. "Tayyip Erdoğan ciddi ve dinamik bir adama benziyor, belki de iyi bir şeyler yapabilir", diyerek umudunu korumaya çalışan annem, AKPli Meclis Başkanının ve yeni bakanların eşlerinin başörtülü fotoğraflarını gazetelerde görünce bütün umudunu bir anda yitirdi ve derin bir karamsarlığa kapıldı. AKPyi mahkûm etsem Yakın çevremde son gelişmelere bu tür tepkiler verenler çoğunlukta. Benim seçim sonuçlarını ve AKP olayını farklı boyutlarıyla değerlendirme çabamı ise en hafif deyimiyle yadırgıyorlar. Ben de başörtülü fotoğraflara tepki gösterip "Laiklik elden gidiyor" paniğine kapılsam, AKPnin ABD destekli bir tezgâhla iktidara geldiğini savunsam, AKP iktidarının dış politikada ve ekonomide milli menfaatlerimize aykırı adımlar atacağını ve bizi büyük çıkmazlara sürükleyeceğini yazsam, bu tavrım çevremdeki çoğu kimsenin eminim çok daha fazla hoşuna gidecek, beni kendilerinden biri olarak görmeye devam edecekler. Aslına bakarsanız onların içinde bulundukları ruh halini, gösterdikleri içten tepkileri anlamıyor değilim. Sembollerin önemini yadsımıyorum. Kaygılarının bir bölümünü ben de paylaşıyorum. O halde neden onlarla omuz omuza AKPye karşı cephe alıp keskin muhalefet yapacağıma (ve onların övgüsünü alacağıma), çok yönlü analizler yapmaya, olan biteni anlamaya, AKP olayını farklı boyutlarıyla değerlendirmeye çalışıyorum? Ve belki daha da önemlisi, bu noktaya nasıl gelindiğini anlamaya çalışırken, içte ve dışta başka sorumlular arayacağımıza, neden öncelikle kendimizi sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum? Geçen akşam, yazarlık da yapan öğretim üyesi bir dostum aradı, "Meclis Başkanının eşinin devlet protokolünde başörtülü olarak yer almasını sen de normal mi karşılıyorsun?" sorusuyla girdi söze. ABDnin 11 Eylül sonrasında açığa çıkan tavrıyla küresel düzen için bir tehdit oluşturduğunu savunan Hedefteki Amerika adlı son kitabımı okumuş bir kişi olarak ikinci sorusu ise şu oldu bana: "Sen böyle bir kitap yazmış bir kişi olarak AKPnin iktidara getirilişinin de ABDnin bir oyunu olduğunu nasıl görmüyorsun?" Solun ve laiklerin çıkmazı Soruyorum, 1991 seçimleri sonrasında Erdal İnönünün liderliğindeki SHP, Demirelin iktidar kervanına yamanacağına muhalefette kalsaydı ve solda yeni bir arayışın tohumları atılsaydı acaba sol bugün düştüğü duruma düşer miydi?Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik bunalımlarından birini yaşarken ve yoksullaşma yeni boyutlar kazanırken sol toplumun içine girip geçerli çözüm önerileri geliştirebilseydi ve bunu halka anlatabilseydi acaba AKP böyle bir seçim zaferi kazanabilir miydi? Bana öyle geliyor ki, kendini solda görenlerin ve laik düzene toz kondurulmasını istemeyenlerin en azından bir bölümü, aynaya bakmayı ısrarla reddediyor ve kendi çıkmazını göremiyor. Toplumun geniş kesimiyle iletişim kurmada yetersiz kaldığını, toplumu etkilemeye ve yönlendirmeye çalışırken bir şeyleri eksik ya da yanlış yaptığını kabul etmek istemiyor. Dünyayı algılamada, dünyada olup bitenin Türkiyeyi nasıl etkileyeceğini kavramada yaya kaldığını anlamıyor. Sonunda, AKP hareketi gibi, bütün bunları kendinden çok daha iyi yapabilen birileri çıkıp da seçim zaferi kazanınca da hemen kusuru "cahil halk"ta, "bilinçsiz seçmen"de ya da "Amerikan oyunu"nda aramaya kalkıyor. Toplumu kazanmakta yetersiz kaldığı için de başı her sıkıştığında askerin müdahalesine sığınmak zorunda kalıyor. Alternatif faşizm mi? Dünyayla bütünleşmeyi ve serbest piyasa ekonomisini savunan AKPnin ekonomik sorunları çözememesi ve dış politikada başarısız olması milliyetçi ve devletçi akımların önünü açabilir. oulagay@milliyet.com.tr Bence bu tür soruları sormanın vakti geldi de geçiyor. Sosyal demokratlar eğer sorunlarımıza demokrasi içinde çözüm arıyorlarsa ve Türkiyenin eninde sonunda Avrupanın bir parçası olmasını istiyorlarsa, AKPninkilerden daha geçerli çözümler üretebileceklerini kanıtlamak zorundalar. Bunu yapacağımıza kafamızı yalnızca başörtüsü gibi sembollere takıp, halkın büyük bölümünü dışlayarak ve yabancılaştırarak keskin muhalefet yapmakla yetinirsek, AKPnin başarısız olması halinde onun alternatifi, giderek güç kazanan faşizan sağ olabilecektir.