ABD’nin önde gelen borsa endeksleri olan Dow Jones ve S&P 500 endeksleri, 2000 ve 2001’den sonra 2002 yılını da hatırı sayılır kayıplarla kapatıyor. Söz konusu endekslerin üç yıl art arda düşüş kaydetmesi 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez gerçekleşiyor. ABD’de borsada kote şirketler, 2000 Mart’ında eriştikleri 17 trilyon dolarlık toplam kapitalizasyon değerinin yaklaşık yarısını yitirmiş bulunuyor. Parlak bir yıl geçirmeyen Japonya borsasıyla Avrupa’nın büyük borsaları da 2002’yi kayıplarla kapatıyor.
Öte yandan küreselleşmenin önde gelen göstergelerinden biri sayılan şirket birleşme ve evliliklerinde (M&A) de düşüş sürdü. 2000 yılında borsalarla birlikte tırmanan ve 3.5 trilyon dolara yaklaşan M&A hacmi 2001’de yarı yarıya azaldıktan sonra 2002’de yeniden azalarak 1.2 trilyon dolara kadar düştü. ABD şirketlerinin halka açılma yöntemiyle yarattıkları toplam kaynak da 1999 ve 2000 yıllarında 60 milyar dolar mertebesine tırmandıktan sonra 2002’de 25 milyar dolara kadar indi.
ABD’nin sürekli olarak büyüyerek 500 milyar doları bulan cari işlemler hesabı açığının yanı sıra hisse senedi borsalarının eski günlerini araması ve şirket evliliklerinin azalması da ABD’ye sermaye girişini sınırlayarak doların değeri üzerindeki baskının artmasına yol açıyor.
1- Olası bir Irak savaşında petrolün varil fiyatı kaç dolara kadar çıkar?
A) 40 dolar B) 58 dolar C) 80 dolar
2- Olası bir Irak savaşının Türkiye’ye toplam maliyeti ne olur?
A) 28 milyar dolar B) 48 milyar dolar C) 100 milyar dolar
3- ABD, Türkiye’nin zararının ne kadarını karşılayacak?
A) 5 milyar dolar B) 20 milyar dolar C) 28 milyar dolar
Kolay testi buldunuz, gevrek gevrek gülüyorsunuz değil mi? Ancak "doğru cevapları" bu köşede ya da başka bir yerde bulamayacaksınız maalesef. Size şu kadarını söyleyeyim ki bu konularda her gün medyaya yansıyan rakamlar ya tamamen atmasyon, ya da ciddiye alınamayacak varsayımlara ve spekülasyonlara dayanıyor. Hiçbirini fazla ciddiye almayın bence, sizin tahmininiz de onlarınki kadar geçerli olabilir.
‘GERÇEKÇİ OLALIM BEYLER’
Geçerlilikten söz ederken, bu yazının başlığına bakıp bizi "hayalci" ya da "romantik" olarak niteleyecek olanlara, "Gerçekçi olalım beyler" tavrını tek seçenek gibi savunanlara değinmeden edemeyeceğim. Bu çokbilmiş edalı zevatın, bana fevkalade sığ ve kolaycı gelen tavrı şöyle özetlenebilir: "Amerika, Saddam denen caniyi ortadan kaldırmaya ve Irak’ta bir rejim değişikliğini gerçekleştirmeye kararlı. Bu amaca başka yöntemlerle varılamadığı için savaşla varılacak. Türkiye’nin bu operasyona, dostu ve müttefiki ABD’nin istediği koşullarla katılması ABD’nin işini kolaylaştıracak ve Türkiye’nin ABD’nin gözündeki itibarını daha da yükseltecek. Bu sayede yeni ekonomik olanaklardan yararlanacağımız gibi Irak’ta ve bölgede ABD’nin himayesinde kurulacak yeni düzende de söz sahibi olacağız. Tüm bu nedenlerle, barışçı çözüm sağlama hayalleriyle daha fazla oyalanmadan, ABD’nin bizden beklediğini yapalım, olası bir savaşta ABD’nin yanında olacağımızı ilan edelim ve savaşa hazırlanalım."
"Gerçekçilik" adına savunulan bu görüşün hiç mi ağırlığı yok? Kuşkusuz ki var. Dünyanın "tek kabadayısı" olduğunu her fırsatta herkese kanıtlamaya çalışan bugünkü ABD yönetiminin, ancak bu dilden anlayacağı da düşünülebilir. Ancak ben bu tavrın, olası bir savaşın yaratacağı sonuçları ve etkileri de hesaba kattığımızda, Türkiye için çok riskli olabileceğini de düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Savaşa ilke olarak da karşıyım ama burada vurgulayacağım nokta bu değil. Ben barışçı çözümü zorlayacak girişimler yerine hemen savaş seçeneğine tav olan bir Türkiye’nin karşılaşacağı olası çıkmazları hafife aldığı kaygısını taşıyorum.
İSTENMEYEN ABD
Bu bağlamda ilk sorulması gereken soru şu: ABD’nin Almanya’dan Güney Kore’ye, Pakistan’dan Venezüella’ya "sevilmeyen süper güç" damgasını yediği bir dünyada, daha ilk dakikadan ABD’nin savaş ortağı olarak görünmek Türkiye’ye ne kazandırır, ne kaybettirir uluslararası camiada? Hemen bunu izlemesi gereken soru ise şu: Bölgenin eski hakimi Osmanlı devletinin mirasçısı Türkiye, Müslüman bir ülkeye karşı savaşta ABD’nin yanında yer alıp, eski emperyalist İngiltere ve yenisi ABD ile birlikte savaşın kazançlısı durumunda olursa bu durum bölgede kalıcı barışın sağlanmasını kolaylaştırır mı, zorlaştırır mı? Üçüncüsü ise, ABD’nin Pew adlı kuruluşunun 44 ülkede 38 bin denekle gerçekleştirdiği ankete göre, Amerika karşıtlığının en fazla arttığı ülkelerden biri olarak görünen Türkiye’de AKP yönetimi, seçmeninin eğilimlerine bu kadar duyarsız kalabilir ve ABD’nin yanında Irak’a karşı saf tutma kararını alabilir mi?
Öyle görünüyor ki AKP yönetimi de bütün bu açmazların farkında ve bu nedenle de Irak’ta sorunun barışçı yollarla çözümlenmesi için bütün olanakları tüketmeden ABD’ye kapsamlı bir güvence vermekten kaçınıyor. Başbakan Gül, "Biz barış sürecini sonuna kadar zorlayacağız" diyor. ‘Küresel kabadayı’ ABD’nin Irak’ı vurmaya kararlı göründüğü bir ortamda barışçı çözümün kolay olmadığı açık ama Türkiye’nin bu yönde çaba harcaması önemli. Bu alanda sağlanacak en ufak bir başarı bile Türkiye’ye, ilk günden ABD’nin dümen suyuna girip savaş lafı etmekten çok daha fazla prestij kazandırabilir.