Üç ay önce, 31 Mart 2002 tarihinde bu köşede yer alan "Yeni kriz yaratmak için kaşınmaya başladık" başlıklı yazımın son paragrafı şöyleydi: "Haydi gayret, biraz daha kaşınırsak yeniden akut kriz ortamına dönebiliriz. Dış piyasalar da sanki bu kokuyu almış gibi, gelişmeleri bekliyor zaten."
O günden bu yana geçen üç ay içinde ne yazık ki bu gayreti fazlasıyla gösterdik, kaşınmakla yetinmeyip elimize geçirdiğimiz her aletle yaralarımızı deştik ve sonunda ekonomiyi yeniden bir krizin eşiğine getirdik.
Uygulanmakta olan program zaten zor bir programdı ve başarıya ulaşması, hiçbir aksama olmadan sürdürülmesine bağlıydı. Asıl hedef olan ekonomik büyümenin yeniden başlaması için:
Programın yeni bir güven bunalımı yaratılmadan ve beklentilerdeki olumlu gelişmeler kesintiye uğratılmadan uygulanması;
Faizlerdeki ve enflasyondaki düşüşün sürmesi;
Kurlarda büyük dalgalanmalar olmaması;
Türkiye’nin dış dünyadaki kredi notunun yükselmesi;
Türkiye’nin uluslararası piyasalardan borçlanabilir konuma gelmesi;
Sistemden çıkan paranın geri dönmesi ve yatırımların başlaması gerekiyordu. Bu önkoşulların gerçekleşme olasılığı bile kısmi bir iyimserlik yaratmış ve büyümeye geçişin ilk sinyalleri alınmaya başlanmıştı.
Ne yazık ki tam bu noktaya gelindiğinde ve geminin gözcüsü "Ufukta kara göründü" müjdesini verdiğinde derhal kaşınmaya başladık ve olumlu beklentileri tersine çevirmek için her çabayı gösterdik. Başbakan Ecevit’in devre dışı kalması ve DSP’nin çözüm üretememesi, MHP’nin tavrı, Derviş’e yönelik hücumlar ve erken seçim lafları, siyasi belirsizliği tırmandırdı. Bankaların bu fırsatı kullanarak faizleri yükseltme çabası ve bankacılık kesimine yönelik operasyonların sürmesi de bunu tamamladı ve faizler yükseldi, sığ piyasada kurlar aldı başını gitti, beklentiler hızla bozuldu.
Şimdi gelinen nokta üç ay öncesinden çok farklı bir nokta. Bu noktada kimse kimseyi kandırmasın ve hükümette olanlar hiç olmazsa şu gerçekleri reddetmesin:
Bu hükümet Başbakan Ecevit’le yoluna devam edemez.
Siyasi güven yaratılmadan mevcut program sürdürülemez.
Bu yıl yapılacak bir erken seçim piyasalardaki belirsizliği artırır.
Derviş’in devre dışı kalması IMF ile ve dış dünyayla ilişkileri zorlaştırır.
Programdan sapılırsa IMF desteğinin sürmesi olanaksızlaşabilir.
Biliyorum, "Keşke hükümet saçmalamaya devam etse de IMF ile ilişkiler kopsa" diye düşünenler, IMF ile ipleri koparmayı kurtuluş yolu olarak görenler de var Türkiye’de. Bu cephenin saflarının giderek genişlediği de bir gerçek. Belki iyi niyetle ama sığ bilgilerle IMF’yi kovmanın halkı rahatlatacağını düşünenlerden başlayıp, uluslararası mahkemelere düşünce ya da bankaları batınca milliyetçilik silahına sarılan büyük patronlara ve IMF’ye kafa tutmanın seçimlerde prim yapacağını düşünen oportünist siyasetçilere kadar uzanan geniş bir cephe bu. Yeniden yetkili bir noktaya gelip yolunu bulma hevesindeki fırsatçı - eyyamcı takımın da bu cepheye yanaştığı görülüyor son günlerde.
IMF’ye güvenmenin giderek zorlaştığı bir dünyada yaşadığımız bir gerçek (Bu konuyu yarın Soru-Yorum köşesinde ele alacağım) ama ben şu anda bizdeki IMF karşıtı cephede yer alanların, bilerek ya da bilmeyerek halkımızı kandırdığını düşünüyorum. Onların söyleminden, bu programı bozmanın ve IMF’yi kovmanın halkımızın sıkıntılarını gidereceği ve bütün sorunun bu olduğu mesajı çıkıyor. Bu ise büyük bir yalan.