Türkiye’de seçim lafı bir siyaset sakızı olmaktan çıkar ve genel seçimin yolu gerçekten açılırsa bugünkünden hayli farklı bir ortama gireceğiz herhalde. Ülkemizdeki yaygın yoksullaşmanın yarattığı tepkiler bir anda siyaset sahnesinde ifadesini bulacak, bugüne dek yeterince seslendirilmemiş sorunlar yumağı bir anda çözülüp sorunlar ortaya dökülecek, siyasetçiler de buna kayıtsız kalamayacak. Bu ortamda duygu sömürüsünün ve vatan - millet edebiyatının öne çıktığına, kimi "beyaz Türkler"in bile IMF ve yabancı sermaye düşmanlığına soyunduğuna tanık olabiliriz. Bu toz - duman içinde insanlara aklın yolunu göstermek, onları sorunlarını bir anda çözecek "mucize çözümler" bulunmadığına ikna etmek ise çok zor olacak.
Meydanlara çıkarsa
Bu arada siyaset sahnesinin neresinde nasıl yer alacağı henüz netleşmeyen ve bu bakımdan zor bir seçimle karşı karşıya bulunan Kemal Derviş’in seçim meydanlarına çıktığı taktirde bu kez canını sıkacak sorularla karşılaşması ve bu anlamda da zor bir seçim dönemi yaşaması olası.
Kemal Derviş, seçim meydanlarında da, ekonominin yönetiminde sorumluluk aldığı günden bu yana yapılanları anlatacak ve uygulanan programın sürdürülmesi halinde ekonominin sürdürülebilir büyümeye geçeceğini, çeşitli toplum kesimlerinin de bundan yararlanacağını belirtecek. Derviş’in bu söylediklerinde gerçek payı olsa da kendi ekonomik durumunda henüz hiçbir iyileşme hissetmeyen insanları biraz daha sabırlı olmaya ikna etmek ve yapılanların doğru olduğuna inandırmak hiç de kolay olmayacak herhalde. Çoğu kimse "IMF’den gelen bunca para nereye gitti, benim cebime ne girdi?", sorusunu sormaya devam edecek, işsizlik sorununun ne zaman aşılacağını sorgulayacak.
IMF’yi savunmak zor
IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarla ve genel olarak dış dünyayla kurduğu iyi ilişkiler nedeniyle ekonominin başından bir an için bile ayrılmaması istenen ve biraz da bu konumu nedeniyle paylaşılamayan siyasetçi haline gelen Kemal Derviş’in işini zorlaştıran bir diğer gelişme ise IMF’nin dünyada uğradığı itibar kaybı olacak. Derviş, IMF’nin bir dediğini iki etmeyip uygulanan programa verdiği desteği korumaya çalışırken IMF’nin kendi içinden çıkanların bile eleştiri okları altında kalması, onun işini de zorlaştırabilecek. Dünya Bankası’nda da görev yapmış olan Nobel ödüllü iktisatçı Joseph Stiglitz’in IMF’yi yerden yere vuran kitabının tartışması sürerken, yakın zamana kadar IMF’nin başekonomisti olan Michael Moussa’nın IMF’nin Arjantin’in çöküşündeki rolünü irdeleyen bir kitap yazması IMF’ye yönelik kuşkuları daha da artırdı. Stiglitz ve Moussa gibi sistemin içinden gelen iktisatçıların bile IMF’nin yanlış üstüne yanlış yaptığını iddia ettiği bir ortamda, topluma bir bedel de ödeten IMF programını savunmak Türkiye’de de giderek zorlaşacak.
Derviş’in rolü
Şu an için ekonomimiz IMF’den ve Dünya Bankası’ndan sağlanan maddi ve manevi desteklerle ayakta durmaya çalışırken Türkiye’nin bu kuruluşlarla iyi ilişkilerini bozma lüksü yok aslında. Derviş’in rolü de bu nedenle gerçekten önemli ama uygulanan programın vaat ettiği sonuçların alınması geciktikçe programı savunmak da güçleşiyor. Buna bir de IMF’ye ve içinde yer aldığı sisteme yönelik olarak dış dünyadan gelen eleştiriler de eklenince durum daha da karmaşıklaşıyor.
Önümüzdeki günlerde Kemal Derviş’in farklı nitelikteki sorunlarla ve seçimlerle boğuşurken "kurtlaröla dansını da izleyeceğiz herhalde. Derviş, birikimiyle, sabırlı ve inatçı kişiliğiyle bu dansı yönetecek konuma gelebilirse kendisine bağlanan umutların boşuna olmadığını kanıtlayabilir. Ancak kontrolü bir an için bile elden kaçırıp yanlış bir adım atarsa şimdilik sinmiş görünen "kurtöların onu yemeye fevkalade iştahlı olduğunu unutmamak zorunda.
Bizim gibi toplam milli geliri 200 milyar doların hayli altına inmiş olan bir ülkede trilyon doları hayal etmek bile zor, 11 trilyon doların üzerinde bir varlığın iki yıl içinde buharlaştığını düşünmek ise neredeyse olanaksız. Evet dünyadaki hisse senedi borsalarının 2000 yılının başlarında tırmandığı noktadan bu yana geçen sürede uğradığı değer kaybının 11.3 trilyon doları bulduğu hesaplanıyor. 1995 - 2000 yılları arasında yaşanan çılgınca tırmanışta 12 trilyon dolarlık bir değer artışı yaşanan ABD borsalarındaki hisselerin kapitalizasyon değeri 5.7 trilyon dolar azalmış 2000 yılındaki zirveden bu yana. Grafikte de görüldüğü gibi en büyük düşüşler yüksek teknoloji hisselerinin ağırlık taşıdığı Nasdaq Borsası’nda yaşanmış ve Nasdaq endeksindeki düşüş % 74’ü bulmuş. "Blue chip" denen 30 gözde şirketi içeren Dow Jones endeksi % 32, geniş bazlı S&P 500 Endeksi ise % 45 değer yitirmiş son iki yılda. Hisse senedi fiyatlarındaki düşüş son haftalarda yeni bir ivme kazanırken bu düşüşlerin sonunda reel ekonomiyi de olumsuz etkileyerek ABD ekonomisindeki canlanmayı durdurmasından kaygı duyuluyor.
Herhangi bir gelişme karşısında mali piyasaların tepkisini ölçmek halkın tepkisini ölçmekten çok daha kolay günümüzde. Bir gözü gün boyu ekranlarda olanlar, bir olay yaşanırken ya da siyasi açıklama yapılırken ekranın bir köşesine yansıyan rakamlardan borsadaki, döviz kurlarındaki, faizlerdeki hareketleri izliyor ve piyasaların oyunu anında öğrenmiş oluyor. Piyasaların oyu, "Derviş piyasaları rahatlattı", "MHP’nin çıkışı doları patlattı", "Ecevit’in hastalığı borsayı çökertti" türünden başlıklara yansıyarak gündemi belirliyor. İç ve dış piyasaların tepkisi karar alıcı kesimde fevkalade ciddiye alındığı için de ona göre davranış belirleniyor, sözgelimi Derviş’in bakanlıktan istifası önleniyor, MHP kuru sıkı atıp tuttuktan sonra Derviş’le aynı hükümette yaşamaya razı oluyor, Ecevit hasta olmadığını kanıtlamak için kendini paralıyor.
Her konuda doğru hüküm vermediği, hatta sık sık yanlış değerlendirme yaptığı çok iyi bilinen mali piyasalar, buna karşın önemseniyor çünkü para hareketlerine yön veriyor. Ne var ki piyasaların olumlu bulduğu gelişmeler ya da adımlar her zaman halkın talepleriyle örtüşmüyor. Örneğin IMF’nin şartını yerine getirmek için bazı KİT’lerden eleman çıkartılmasını piyasalar olumlu bir gelişme olarak değerlendirirken halkın büyük çoğunluğu böyle düşünmüyor. Seçimlerin yaklaştığı dönemlerde her siyasetçi bu ikilemle karşı karşıya; çünkü piyasaların oyu önemli olsa da seçimi halkın oyu kazandırıyor.
Milliyet’in İnput adlı kuruluşa yaptırdığı gençlik araştırmasına Milliyet Ekonomi Servisi’nin katkılarıyla eklenen metropollerin varoşlarında yaşayan gençlerle ilgili boyut hayli ilginç bilgiler sağlıyor bize. Örneğin düzenli bir işi olan gençlerin oranı Türkiye genelinde % 32, metropollerde % 39 iken varoşlarda % 57’yi buluyor. Parasızlığı önemli sorun sayan gençlerin oranı ülke genelinde % 57’yi, metropollerde % 59’u bulurken varoşlarda % 49’da kalıyor. Karşılaştığı sorunlar arasında saygısızlığı öne çıkaran gençlerin oranı Türkiye genelinde % 35, metropollerde % 32, varoşlarda % 45. Salt resmi nikahla evlenen gençlerin oranı ülke genelinde ve metropollerde % 33 iken varoşlarda % 40.