Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı




ABD dolarının değeri, yalnızca dünya ekonomisini değil, jeopolitik dengeleri de etkileyebilecek bir değişken. Bu nedenle Dünya Ekonomik Forumu'nun bu yılki toplantılarında en çok tartışılan konulardan biri doların durumu. Dolar, küresel satrancın en önemli taşlarından biri haline gelmiş durumda. Önceki gün katıldığım oturumda da "Dolar bir yıl içinde % 20 daha değer yitirirse neler olabilir?" sorusuna cevap arandı. Doların bugün bulunduğu noktaya göre % 20 değer yitirmesinden kastedilen, ticaret ağırlıklı bir döviz sepetine göre ortalama % 20 değer yitirmesiydi. Ancak özellikle Çin'in ve bazı Asya ülkelerinin paralarını dolara bağlamış olmaları, dolardaki düşüşün öncelikle euronun ve Japon yeninin değerini yükselteceğini gösteriyordu. Bu nedenle dolardaki % 20'lik bir ek düşüşün dolar / euro paritesinin 1.50'ye, yen / dolar paritesinin de 90 - 95'e kadar yükselmesi anlamına geleceği belirtildi.

KÜRESEL SATRANÇ
Hemen belirtelim ki doların önümüzdeki bir yıl içinde % 20 daha değer yitireceği konusunda uzmanlar arasında ve piyasalarda yaygın bir görüş birliği oluşmuş değil. Doların önümüzdeki bir yıl içinde değer yitirmeye devam edeceği konusunda ise neredeyse ittifaka yaklaşan bir görüş birliği var. Bu düşüşün 2005'te de süreceğini ileri sürenler hayli fazla.
Doların değerinin önemi, dünya ekonomisine ve uluslararası piyasalara yapacağı etkiyle sınırlı değil. Dolar, jeopolitik dengeleri de etkileyebilecek bir değişken ve bu nedenle de küresel satrancın önemli taşlarından biri.

ABD VE AVRUPA
ABD'nin Irak politikası ve küresel hegemonyasını pekiştirme hevesi yüzünden ciddi bir soğukluk yaşamakta olan ABD ile Avrupa'nın, doların değerindeki gelişmeler nedeniyle de bir çıkar çatışması yaşaması olası.
Amerikalı ünlü ekonomist Alan Blinder'ın önceki günkü toplantıda da belirttiği gibi doların değer yitirmesi ABD için ve Amerikan halkı için sorun yaratmıyor. Amerikalılar Avrupalılara bakarak "Dolar bizim paramız ama sizin sorununuz" diyebiliyorlar. Doların değer yitirmesinin Amerika'daki yüksek rekabet nedeniyle iç fiyatlara yansımadığını ve enflasyonu körüklemediğini anlatan Blinder, ABD'nin doların değer yitirmesi sayesinde büyümesini sürdüreceğini ve dış açığını kapatabileceğini de söyledi.
Ekonomik büyümesini hızlandırma konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan Avrupa için ise, euronun dolar karşısında ve paralarını dolara bağlamış olan Çin ve diğer Asya ülkelerinin paraları karşısında değer kazanması çok ciddi bir sorun yaratıyor. Foreign Policy dergisinin editörü Moses Naim, Avrupa'nın bir "tsunami etkisi" yaşayacağını ileri sürüyor.

ÇİN KARTI
Küresel satrancın en önemli oyuncularından biri haline gelen Çin'in ne yapacağı da büyük önem kazanıyor bu noktada. Şimdiki durumda parasını dolara bağlamış olan Çin, doların düşüşüyle büyük bir rekabet avantajı elde ediyor ve başta ABD olmak üzere tüm dünyaya yaptığı ihracatı artırarak % 9'lara varan büyümesini sürdürüyor. Ancak bu durumun sonsuza dek süremeyeceği ve bir noktada Çin parasının değerlenmesinin kaçınılmaz olacağı beklentisi Çin'e sermaye akışını hızlandırıyor. Hong Kong'un deneyimli işadamlarından Victor Chu'ya göre, bu ortamda dolar % 20 daha değer yitirirse Çin'e doğrudan sermaye yatırımı da 50 milyar dolardan 100 milyar dolara yükselebilecek. "Ancak 2004'te % 20'lik bir düşüşten sonra doların düşüşü 2005'te de sürerse ya da böyle bir beklenti doğarsa Çin parasını revalüe etmek zorunda kalabilir" diyor. Çin bu noktaya geldiğinde dünya ekonomisinin reel dengelerini etkileyecek yeni bir durum ortaya çıkmış olacak. Çin'in bugün % 90'ı dolarda olan döviz rezervini çeşitlendirmeye yönelmesi de bu yeni dengeleri etkileyebilecek.

PETROL, RUSYA, OPEC
Petrolün dolarla satılması ve doların sürekli değer yitirmesi, gelirinin önemli bölümünü petrolden elde eden OPEC üyesi ülkeleri ve Rusya'yı da yakından ilgilendiriyor. Rusya ve petrol ihracatçısı Arap ülkeleri de bu nedenle kaygılı, "Doların % 20 daha değer yitirmesi bizim için felaket olabilir" diyorlar. Bu koşullar altında petrol fiyatlarını artırma çabasının gündeme gelmesi ve küresel satranca yeni bir boyut katması beklenebilir.
Rusya'da ve çok sayıda yabancı işçinin çalıştığı Körfez ülkelerinde sorunun bir boyutunu da halkın ve yabancı işçilerin tasarruf ve yatırım aracı olarak büyük ölçüde dolar kullanması oluşturuyor. Doların sürekli olarak değer yitirmesinin bu kesimleri rahatsız ettiği belirtiliyor.

Dünya Ekonomik Forumu sırasında çok değişik formatlarda toplantılar yapılıyor. Kongre merkezinde gerçekleşen panelleri, "workshop" biçiminde düzenlenen grup çalışmaları, yemekli oturumları, kahve sohbetlerini forum tipi geniş katılımlı toplantıları sayabilirim. En çok önemsenen konular ise Kongre Merkezi'ndeki büyük salonda ağırlanıyor. Dick Cheney, Porvez Müşerref, Muhammed Hatemi gibi önemsenen konukları çoğunlukla Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab ağırlıyor ve konuğun yaptığı konuşma sonunda onunla sohbet edip salondan gelen soruları yanıtlamasına aracılık ediyor. Bu büyük salondaki etkinlikler birbirini izlediği için de saat limitlerine çok dikkat ediliyor.
Klaus Schwab, Başbakan Erdoğan'ı da bu salonda ağırladı cumartesi günü. Programda bu görüşmeye ayrılan süre 15 dakika idi ve bu süre içinde Başbakan Erdoğan'ın kısa bir sunuş yapıp salondan gelecek soruları yanıtlaması gerekiyordu. Ancak Prof. Schwab'ın takdiminden sonra kürsüye gelen Başbakan Erdoğan ne zaman biteceği belli olmayan ve bize göre (bana ve yakınımda toplantıyı izleyen bazı Türklere göre) gereksiz ayrıntılarla dolu olan bir konuşma yapmaya başladı. Uzunca bir süre sonra önüne konan ikaz notuna karşın konuşmasını sürdüren Başbakan Erdoğan kendisine ayrılan süreyi çok aştığı için salondan soru da alınamadı ve oturum sona erdi. Başbakan'ın konuşmasında iyi noktalar vardı ama keşke bunların en önemlilerini 10 dakikalık bir konuşmada vurgulasa ve salondan gelecek soruları yanıtlamasına da vakit kalsaydı. Verilen fırsatı iyi kullanamadı Erdoğan.
Başbakan Erdoğan daha sonra bir basın toplantısına ve onun ardından "medya liderleri" denen grubun toplantısına katıldı. Her iki toplantıda da Sayın Başbakan'a Türkiye ekonomisiyle, yatırımlarla, iş ortamıyla ilgili tek bir soru sorulmadı, sadece Kıbrıs'la, Irak'la, Avrupa Birliği ilişkileriyle, ordunun siyasetteki rolüyle ilgili sorular geldi. Anlaşılan Türkiye ekonomisi ancak krize girdiği zaman dünyanın ve medyanın ilgisini çekebiliyor. Şu anda krizde olmadığımız için Türkiye ekonomisinin gündemde olmaması iyi belki ama Çin ve Hindistan gibi, ekonomideki teknolojideki atılımlar nedeniyle gündeme gelseydi fena mı olurdu acaba?