Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından gerçekleştirilen "Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu" çalışmasının ortaya koyduğu tablo fena etkiledi beni. Bu çalışmadaki veriler 2001 yılının Türk sanayiinde tam bir kırılma yılı olduğunu, çoğu göstergede zaten kötüye giden trendin 2001 yılında yenen şokla daha da umutsuz bir tablo ortaya çıkardığını gösteriyor.
İSO çalışmasındaki verileri kullanarak ürettiğimiz grafikler bu vahim tablonun yalnızca bazı boyutlarını yansıtıyor. 500 büyük kuruluş içinde yer alan ve durumları çok daha kötü olan kamu kuruluşlarını dahil etmeden, yalnızca özel sektör kuruluşlarının verilerini kullanarak hazırladığımız bu grafiklere baktığımızda, özel sanayi kuruluşlarında işgücü verimliliğinin ve yaratılan net katma değerin 2001 yılında büyük düşüşler gösterdiğini ve on yıl önceki değerlerinin de çok altına düştüğünü görüyoruz. 500 büyük kuruluş içinde yer alan özel sektör kuruluşlarının satış kârlılığında ve öz sermaye kârlılığında da çok çarpıcı düşüşler yaşanmış, 2001 yılında ve on yıl öncesine göre akıl almaz bir gerilemeye tanık olunmuş.
Bu çöküş tablosu çok önemli, çünkü sanayileşmiş bir ülkenin önde gelen sanayi kuruluşları kötü durumdaysa o ülkenin ekonomisi de iyi olamaz. Türkiye’de de ancak sanayi kuruluşları verimli çalışır, net katma değer yaratır ve kâr üretebilirse ekonomi iyiye gidebilir, yatırım, üretim ve gelirler artabilir. Kâr üretemeyen sanayi kuruluşlarına (ya da finans kuruluşlarına) yerli ya da yabancı kimse para da koymaz, yatırım da yapmaz, istihdam da yaratmaz. Sanayi kuruluşlarımızın yeniden kâr üreteceği ortamı yaratamazsak önümüzdeki dönemde daha da derin krizler yaşarız.

ABD’deki borsa çöküşünün gerisinde de şirket kârlarındaki düşüş yatıyor. 1990’ların ikinci yarısında "teknoloji balonu" şişerken pek çok şirket çeşitli muhasebe hilelerine başvurarak ve sistemdeki boşlukları kullanarak kârlarını şişirdi. Şirket değerleri ve bu değerlere esas olan fiyat / kazanç oranları bu şişirilmiş kârlara göre hesaplandı ve pek çok şirketin hisse fiyatı bu yöntemle tırmandırıldı. Bu spekülatif balon 2000 Mart’ından sonra patladığında pek çok şirketin kârının şişirilmiş olduğu henüz bilinmiyordu. Son dönemde peş peşe yaşanan skandallar sonucunda pek çok şirketin kârının şişirilmiş olduğu anlaşılınca bütün şirketlerin kâr rakamlarına karşı genel bir güvensizlik doğdu ve bu da hisse fiyatlarının diplere doğru kaymasında belirleyici oldu. Şimdi gerçek kâr rakamlarına göre şirket hisselerinin yeniden fiyatlandırılması süreci yaşanıyor ABD’de ve bu nedenle borsa endeksleri dibi bulma arayışını sürdürüyor.

Bülent Ecevit, ilginç iniş çıkışlarla dolu bir siyasal yaşamı herkese örnek olacak bir çekilişle noktalamak ve alkışlarla uğurlanmak için büyük bir fırsat yakalamıştı. Ne yazık ki kullanamadı bu fırsatı, tutarsız açıklamalar ve çocukça yalpalamalarla halen de sürmekte olan bir komedinin başkahramanı haline geldi. Belki de sağlık durumu engelledi sağlıklı bir karar vermesini ve siyasi yaşamını onurlu biçimde noktalamasını.
Ecevit’in davetiyle Türkiye’nin gündemine giren Kemal Derviş ise siyasete etkili bir giriş yapmak için büyük bir fırsat yakalamış görünüyor. Teknokrat kimliğiyle ekonomiyi çok derin bir krizin pençesinden kurtarmaya çalışırken sergilediği performansla içeride ve dışarıda olumlu bir izlenim bırakan Derviş şu anda her partinin ele geçirmeye çalıştığı bir koz haline gelmiş durumda. Derviş bu fırsatı iyi değerlendirebilirse siyasette özlenen yenilenmenin önemli bir aktörü olabilir.
Derviş’in tereddütlerini anlıyorum, ancak bu tereddüdü sürdürmenin Derviş’i yıprattığı da bir gerçek. Bir an önce kararını verip dedikoduların odağındaki adam olmaktan kurtulması gerekiyor. Umarım doğru karar verir ve kendisini reddedecek bir bünyeye sahip, yeniliği değil eskiliği çağrıştıran bir partiye katılmaz.

Bu zamane çocukları da bir alem doğrusu, moda olan şeyleri hemen taklit etmek istiyorlar. Çevresinde sevilen bir kişi olan, öğretim üyesi bir yakınımın torunu da tutmuş şöyle bir mektup yazmış dedesine: "Herkes bir parti kuruyor, dedeciğim, biz de kuralım. Senin gibi biraz yaşlı ve bilgili adamlar hep parti kurup "biz Atatürkçüyüz, onun yolundan gideceğiz" diyorlar. "Türkiye tam bağımsız olsun" diyorlar. Okulda öğretmenin söylediklerini söylüyorlar. "Bu ülkeyi yabancılardan ancak biz kurtarırız" diyorlar. Damarlarımızdaki kan falan diyorlar, benim de hoşuma gidiyor bu konuşmalar ve onlar gibi olmak istiyorum. Biz de parti kuramaz mıyız dedeciğim? Ben çocuk olduğum için kuramam ama sen kurabilirsin. Ben de senin partini tutarım, senin söylediklerini tekrarlarım, mahallenin çocukları da bizim partiyi tutar. Sen hiç merak etme babam bizim bakkal amcayı, onun yanındaki terziyi falan da ayarlar, hepsi senin partiyi tutar. Ne olur dedeciğim, biz de bir parti kuralım, sen radyoya, televizyona çık, bize memleketi nasıl kurtaracağını anlat, ben de ‘dedemin de partisi var’ diyebileyim."