Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) trenine son vagon olarak eklenebilmesini sağlamak için yoğun çabalar harcanıyor şu günlerde. Türkiye’nin raylar üzerinde tek başına duran "bağımsız" bir vagon olarak kalmasını isteyenler de bunu önlemek için ellerinden geleni yapıyor.
AB trenine eklenmek kuşkusuz önemli ama Türkiye’nin kaçırdığı trenler arasında en az AB treni kadar önemli olan başka trenler de var. Bunların başında da teknoloji treni geliyor. Geçen hafta İstanbul’da toplanan IV. Teknoloji Kongresi’ne sunulan bildirilerde de vurgulandığı gibi, teknolojideki gelişime ayak uydurmakla ekonomik kalkınma ve refaha erişme arasında çok yakın bir ilişki var. Teknoloji trenine atlamış olanların küresel ekonomide aşama yapma şansı da çok daha fazla.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü UNCTAD’ın son Ticaret ve Kalkınma Raporu’ndaki veriler de bunu gösteriyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ihracatında yüksek teknoloji içeren ürünlerin payı, 1980’de % 11.6’dan 1998’de % 31’e tırmanmış. Türkiye’de ise bu oran % 10’un bile altında. UNCTAD’ın "dünya ihracatındaki en dinamik sektörler" olarak belirlediği 20 sektörden de yalnızca birinde, "örme iç giyim" sektöründe Türkiye % 6’lık bir pay sahibi. Diğer 19 sektörde adımız bile geçmezken Çin’in 8, Güney Kore’nin 4, Singapur’un 3 dinamik sektörde önemli pay sahibi olduğu görülüyor.

Kaçırdığımız trenlerin en önemlisi hangisi
Yazının hayli iddialı görünen başlığına bakıp siyasete heves ettiğimi ya da siyasetçilere yanlarından ayıramayacakları müthiş bir reçete sunacağımı sanmayın. Amacım, Başbakan Ecevit’in hastanelik olması sonrasında doğan kafa karışıklığı ortamında sağlıklı analiz yapmayı mümkün kılacak bir çerçeve oluşturmaya çalışmak ve bu çerçeve içinde bazı sonuçlara varmak. Başkaları da farklı varsayımlarla farklı çerçeveler oluşturup farklı sonuçlara varabilirler tabii.
Benim analizim şu varsayımdan yola çıkıyor: Bugün gelinen noktada oluşan koşulları kendine özgü nitelikleriyle değerlendirmek gerekli; geçmişin ille de tekrar edeceğini düşünmek doğru değil. Bunu öncelikle vurguluyorum, çünkü mevcut durumun ve karşımızdaki seçeneklerin doğru saptanması, anlamlı bir analiz yapmanın önkoşulu gibi görünüyor bana.

İki temel seçenek var
Bugün gelinen noktada siyasetçinin öncelikle şu iki seçenek arasında bir seçim yapması gerekiyor. Ya (1) Uygulanmakta olan ekonomik programın tek çıkar yol olduğunu ve belli bir süre içinde hedeflenen olumlu sonuçları vereceğini kabul etmek zorunda siyasetçi; ya da (2) Bu ekonomik programın aslında çıkar yol olmadığını ve er geç farklı bir politikaya ve programa geçmenin zorunlu olduğunu kabul etmek zorunda. Bu temel tercihi yapmadan analizi sürdürmek ve anlamlı sonuçlara varmak fevkalade zor görünüyor. İktidardaki ya da muhalefetteki siyasetçilerin kendi konumlarına uygun davranış tarzını belirlemek için de bu temel tercihi yapmaları gerekiyor.
Şimdi biz önce birinci seçeneği benimseyenlerin, yani uygulanmakta olan ekonomik programın tek çıkar yol olduğunu düşünenlerin tutarlı bir analiz yapmak için dikkate almaları gereken noktaları birer birer ele alalım.

Derviş ve programın geleceği
• Uygulanmakta olan programın başarıya ulaşması için Kemal Derviş’in işin başında bulunması, hem programın bir bütünlük içinde sürdürülebilmesi, hem de dış dünyadaki itibarımız açısından önemli.
• Uygulanan programın kaderinin belirlenmesi açısından çok kritik bir noktadayız. Gerek bütçe, enflasyon ve büyüme göstergelerindeki gelişmeler; gerekse "İstanbul Yaklaşımı"nın devreye girmesi, banka sisteminin rehabilitasyonu, doğrudan yabancı sermaye çekmek için atılan adımlar, programın geleceğini belirleme açısından büyük önem taşıyor. Sanki bir eşikte duruyoruz ve buradan geri de düşebiliriz, ileri doğru bir sıçrama da yapabiliriz.
• Eğer olumlu gelişmelerin sürdüğü izlenimi doğarsa ve dış dünya da buna ikna olursa Türkiye’nin "reyting notu" yükselebilir ve ABD’nin çekim alanı olmaktan çıktığı ortamda gidecek yer arayan uluslararası fonların Türkiye’ye ilgi göstermeleri ve özel sektörün finansmanına katkıda bulunmaları beklenebilir; eşikten ileri doğru sıçrama yapma şansımız artar.

Seçim ve ekonomi
• Türkiye’nin bu noktada bir erken seçim sürecine girmesi, ekonomide uygulanan programla yakalanan bu momentumun kaybedilmesine, fırsatın kaçırılmasına yol açar. Seçim ortamında programın tutarlı uygulanması zorlaşır, riskler arttığı için faizler yükselir, büyüme yeniden duraklar, dışardaki kuşkular yoğunlaşır, "reyting" notumuz yükselmez ve bulunduğumuz eşikten geriye düşmemiz kolaylaşır.
• Yapılan tüm kamuoyu yoklamalarının ve dostumuz Hasan Cemal’in Türkiye’yi dolaşarak aktardığı gözlemlerin de gösterdiği gibi, bu ortamda yapılacak bir seçimde iktidar partilerinin hezimete uğrama ihtimali çok yüksek. Olası bir seçimden kazançlı çıkacak partilerin, en azından başlangıçta, bugün uygulanan ekonomik programa destek vermeleri de uzak bir olasılık.
• Erken seçime gidilmeden mevcut Meclis içinden farklı bir hükümet modeli çıkartmaya çalışmanın da ekonomik programın uygulanmasını zorlaştıracağı ve yakalanan fırsatın kaçırılmasına yol açacağı düşünülebilir.
• Tüm bu nedenlerle hem uygulanan ekonomik programın hedeflerine varabilmesi hem de hükümetteki partilerin çıkarı açısından en uygun seçeneğin, mevcut hükümetin devamı olduğu söylenebilir. MHP ve Bahçeli de bunun farkında.

Ecevit’le olur mu?
• Ancak bu hükümetin Sayın Ecevit’in başkanlığında devam edeceğine güvenerek hesap yapmanın doğru olmadığı da aşikâr. Sayın Ecevit’in sağlığına kavuşmasını diliyoruz ama kritik kararlar gerektiren bir dönemde fiilen başbakanlık yapmasının ve güven vermesinin artık olanaksız olduğunu düşünüyoruz.
• O halde yapılması gereken şey Sayın Ecevit’in de tarihi katkısıyla bu hükümetin Ecevit’siz devamının sağlanması. Derviş’i de üzmeyen bir formülle bu yapılabilirse Türkiye seçime kadar bu ekonomik programı sürdürme ve belki de hedeflerine ulaştırma şansını elde edebilir.
• Bu ortamda muhalefetin erken seçim taleplerini canlı tutmaya çalışması da kendi açısından doğal ve akılcı bir tercih olur.
Evet, birinci seçeneği esas alan analiz bizi bu noktaya getirdi. İkinci seçeneği benimseyen, yani halen uygulanmakta olan ekonomik programın her halükârda Türkiye’yi çıkmaza sürüklediğini düşünenlerin önündeki seçenekleri irdelemeye ise yerim kalmadı; konuyu haftaya sürdüreceğim.

The Wall Street Journal gazetesi, dünya futbolunun unutulmaz yıldızlarına Dünya Kupası tahminlerini sormuş. Altı ünlüden dördü Fransa’yı favori gösterirken birer tanesi de Brezilya ve Arjantin demiş.
Dünya kupalarına da damga vurmuş altı eski futbolcu, favori takımı, diğer yarı finalistleri, gol kralını ve Kupa’nın sürpriz takımını şöyle tahmin etmiş:
Johan Cruyff: Fransa / İtalya, Arjantin, Brezilya / Henry / Senegal
Bobby Charlton: Brezilya / İngiltere, İspanya, İtalya / Henry / Japonya
Hristo Stoitchkov : Arjantin / İtalya, İspanya, Fransa / Crespo / Kamerun
Guenter Netzer : Fransa / Arjantin, İtalya, İngiltere / Batistuta / Nijerya
J. Pierre Papin : Fransa / İtalya, Arjantin, Brezilya / Henry / Kamerun
Jorge Valdano: Fransa / Arjantin, İtalya, Almanya / R.Gonzalez / Kamerun.