Geçen hafta Sanayi Kongresi nedeniyle İstanbul’a gelen Dani Rodrik ile Latin Amerika’nın iç karartıcı durumunu konuştuk. Türkiye’nin hâlâ tam olarak uygulayamadığı ekonomik programları 1990’lar boyunca "başarıyla" uyguladığı düşünülen Latin Amerika bu yıl da ekonomik küçülme gerçeğiyle yüz yüze. Dünya Bankası, Latin Amerika ekonomilerinin bir bütün olarak bu yıl da % 1.1’lik küçülme yaşayacağını tahmin ederken ECLAC (BM L. Amerika Ekonomik Komisyonu) küçülmenin % 0.5 olacağını belirtiyor. Böylece 1982’de Meksika’nın dış borcunu ödeyemez duruma gelmesinden sonra, on yıl süren derin bir ekonomik krize sürüklenen Latin Amerika’nın yirmi yıl sonra benzer bir kriz yaşamasından korkuluyor. Latin Amerika’dan sermaye kaçışının 2002 yılında 39 milyar doları bulduğu ve bölgedeki yoksullaşmanın 1990’larda elde edilen gelir artışlarını silip süpürdüğü belirtiliyor.
Dani Rodrik, bu vahim durumun şimdilik yalnızca bölgeyle ilgili kimselerce önemsendiğini, IMF’de Latin Amerika bölümü dışında konuya fazla ilgi gösterilmediğini söyledi. 1990’larda Latin Amerika’da uygulanan ekonomi politikalarının genelde IMF’nin onayladığı ve desteklediği, ünlü "Washington konsensüsü"ne uygun politikalar olduğu anımsandığında, bu politikalar sonucunda yaşanan iflasın Latin Amerika dışında da önemsenmesi gerektiği ortada.
Bu politikaları uygulamaya çalışan Türkiye’nin de yakından izlemesi gerekiyor bu dramı.
Geçen hafta düzenlediği basın brifingine Noel Baba külahıyla gelen Uluslararası Para Fonu IMF’nin Dış İlişkiler Sözcüsü Tom Dawson’a, Türkiye’deki yeni hükümetin ihale yasasını erteleme ve fındık üreticilerine birkaç yüz milyon dolarlık ek destek sağlama niyetinin nasıl karşılandığı da sorulmuş. Türkiye’deki yeni hükümetin, IMF’nin desteklediği programı genel hatlarıyla benimsemiş olmasının memnuniyetle karşılandığını hatırlatan Dawson, sorulan soruları yanıtlarken ihale yasasıyla ilgili gelişmelerden haberdar olduğunu, fındık üretecilerine destek konusunda ise hiç bilgi sahibi olmadığını belirterek biraz kaçamak cevaplar vermiş. Türkiye’de bulunan IMF heyetinin değerlendirme raporunu henüz görmediğini belirten Dawson, Türkiye ile ilişkiler konusunda ayrıntılı bilgiyi ancak bu değerlendirmeyi gördükten sonra verebileceğini söylemiş.
Dawson’un bu yaklaşımını Türkiye’deki çalışmalarını şimdilik tamamlayan IMF heyetinin Türkiye’den ayrılırken bir basın toplantısı yapmamasıyla ve IMF Türkiye Temsilcisi Odd Per Brekk’in yaptığı yazılı açıklamanın içeriğiyle birleştirdiğimizde, Türkiye - IMF ilişkilerinin kritik bir noktaya doğru gidebileceği sonucunu çıkartabiliriz. Per Brekk’in yazılı açıklamasında "Müdahale kapsamındaki bankaların sorunlarının çözümünde, özelleştirmenin ilerlemesinde, kamu iktisadi kuruluşlarında gereksiz personelin azaltılması ve dolaysız vergi reformu planının hazırlanmasında gecikmeler oldu. Ayrıca bu yıl, planlanandan daha zayıf bir bütçe pozisyonuyla kapanacak", deniyor. Açıklamadan, Türkiye’nin ertelenen kredi dilimini almak için IMF’nin Koşullarını yerine getirmesi gerektiği sonucunu çıkartmak da mümkün.
Hep böyle başlar
IMF ile ilişkilerin yakın tarihini henüz unutmuş değiliz. 2001 Kasım krizi öncesinde de IMF kredi diliminin askıya alındığını ve o dönemdeki hükümetin IMF’nin şart koştuğu reformları askıya aldığı ve "ekonomiyi rahatlatma"dan söz ettiği bir ortamda krizin patladığını hatırlıyoruz.
Şimdi de bir yandan IMF’nin çok üzerinde durduğu bütçe uygulamasında ciddi sapmalar ortaya çıkarken, ihale yasasının ve mali miladın ertelenmesi gündemdeyken, hükümet yetkililerinin "IMF’yi şaşırtacak uygulamalardan" söz etmeleri ve "Biz ne yaparsak IMF bayılacak" havasını yaratmaları düşündürücü.
Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın yaptığı açıklama bu noktada önem kazanıyor. Okan Müderrisoğlu’nun dünkü Sabah gazetesinde yer alan haberine göre, mali disiplinin 2002 yılında zayıfladığını kabul eden Babacan şöyle konuşmuş: "2003 yılında kamu kesimi ve bütçe faiz dışı fazlası başta olmak üzere temel alanlarda disiplinin korunması büyük önem arz ediyor. Özelleştirme, bankacılık, sosyal güvenlik, kamu sektörü, KİT’ler ve iş ortamının iyileştirilmesi gibi alanlarda yapısal reformların sürdürülmesi konusundaki farkımızı herkes görecek... Hükümetimizin sosyal politika önceliklerini de IMF’ye vereceğimiz niyet mektubuna mutlaka yansıtacağız."
Babacan’ın iyi niyetli açıklamalarını bir süredir izliyoruz ama diğer bazı bakanların zaman zaman yaptığı açıklamalar ve bir aylık uygulama sonunda ortaya çıkan tablo, Babacan’ın dile getirdiği önceliklere göre uygulama yapmanın pek de kolay olmayacağını düşündürüyor.
İç ve dış riskler
Hükümetin seçim sonrasında yarattığı aşırı iyimser beklentileri gerçekleştirmekte zorlanması ve gerçek anlamıyla iktidar olmasını engellemek isteyen çevrelerin kuşatmasıyla karşı karşıya gelmesi inandırıcılık erozyonuna yol açarken ekonomide atması gereken adımları atmasını da zorlaştırıyor. Bu sorunlar altında yalpalayan hükümetin özellikle kamu kesimi çalışanlarıyla yapacağı ücret görüşmelerinde zorlanması bekleniyor. Öte yandan ihale yasası, vergi reformu ve kamu personeli azaltılması gibi konularda da AKP iktidarının tabanındaki beklentilerle IMF’nin koşullarını bağdaştırması kolay olacak gibi görünmüyor.
Öte yandan Irak’a savaş açmaya kararlı görünen ABD’nin talepleriyle AKP tabanının özlemlerini bağdaştırmak da giderek bir sorun haline gelebilir. IMF’den anlayış beklerken ABD’nin desteğine muhtaç olan AKP iktidarının ABD’nin Irak operasyonuyla ilgili taleplerini karşılama konusunda fazla istekli davranması kendi yandaşları arasında ve genelde savaşa karşı olan iç kamuoyunda huzursuzluk yaratabilir. Bu arada savaş olasılığının artmasıyla birlikte Türkiye’nin bunun olumsuz ekonomik etkilerini hissetmesi ve yeni mali desteklere gerek duyması da kaçınılmaz görünüyor.
Bakalım AKP hükümeti IMF ve ABD ile kalkacağı bu riskli dansta, kendisine umut bağlayanların ayağına basmadan ve sabrını taşırmadan, uygun adımları atarak Türkiye’yi esenliğe çıkarabilecek mi?
KREDİ YOK, BATAK ÇOK
2002 yılında Türkiye ekonomisinde gözlenen büyüme banka kredilerindeki gelişmelerle desteklenmiyor. Türkiye’deki mevduat bankalarının toplam kredi hacmi dolar bazında düşerken bankaların tasfiye olacak alacakları ise hızla artıyor ve bu alacakların kredilere oranı 2001 sonunda % 18 iken 2002 Kasım’ı sonunda % 29’a yükselmiş bulunuyor.