Ne var ki AB ile bütünleşmeye giden "uzun ince yol"da dizili olan engellerin sayısı da azalacağına artıyor sanki.Bir kere, AB Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Günther Verheugenin de belirttiği gibi, Türkiye dışındaki 10 ülkenin AB ile bütünleşme sürecinde henüz aşılamamış olan ciddi sorunlar var. Bunlar çözümlenmeden genişlemeden söz etmek zaten olanaksız.İkincisi, aşırı sağın hemen her Avrupa ülkesinde yaptığı ve sağ hükümetlerin iktidara yerleştiği bir ortamda Avrupanın genişleme azmini ve momentumunu sürdürebileceği kuşkulu.Üçüncüsü, AB üyesi olan İrlandada yapılacak olan referandumda ABnin genişlemesine "hayır" denirse genişleme süreci çıkmaza girebilecek. Türkiyede bugüne dek yapılan kamuoyu yoklamaları, Türkiyenin Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşmesini isteyenlerin halkın üçte ikisine ulaştığını gösteriyor. Geçen hafta içinde yapılan açıklamaların gösterdiği gibi, TÜSİAD ve iş aleminin etkili bir kesimi de hiç tereddütsüz AB ile bütünleşmeden yana. Sağın yükselişi Milliyetçi ve sağ rüzgarların estiği bir Avrupada Türkiyenin tam üyeliğine çok sıcak bakılmayacağı ortada. Bakalım sağ Türkiyede ve Avrupada el ele verip genişleme sürecini ve Türkiyenin bu süreçte yer almasını engelleyebilecek mi? ABnin genişleme sürecini olumsuz etkileyebilecek, bu arada "farklı aday" konusundaki Türkiyenin bu sürece katılmasını engelleyebilecek en önemli gelişme sağın Avrupadaki yükselişi bence. Dün ilk turu yapılan seçimlerin Fransada sağcı bir hükümeti yönetime getirmesi bekleniyor. Sonbaharda yapılacak olan seçimler sonucunda Almanyada da solun kaybetmesi halinde, İngiltere ve İsveç dışında, tüm Avrupa sağ iktidarların yönetimine geçmiş olacak. Sağ iktidarların ise ABnin genişleme sürecine kuşkuyla baktıklarını, hatta zaman zaman ABnin varlığını bile sorguladıkları biliniyor. Futbolun kadar konuş arkadaş Dünya Kupasının ilk haftasını İngilterede idrak edip üstelik Kraliçe Elizabethin "Altın Jübile"si için düzenlenen şenlikleri yakından izleme olanağını bulmuş olmasaydım halkımıza haksızlık etmeye devam edecektim herhalde. Şu günlerde Türkiyede de hemen herkesin futboldan ve Dünya Kupasından söz ettiğine ve kendine göre ahkam kestiğine kuşkum yok. Anma ve kutlama törenlerine gösterdiğimiz ilgi ve merak da küçümsenemez. Ancak şu son bir haftada İngilterede yaşananları gördükten sonra bizim davranışımızda hiçbir anormallik ya da abartı olmadığına kanaat getirdim. Kraliçe vesile Ortak duyguları paylaşma ihtiyacını gidermek açısından futbolun da çok önemli bir işlevi var günümüzde. Bir ülkenin, bir toplumun çeşitli sorunları nedeniyle olumsuz ya da karamsar bir havada olduğu bir dönemde kazanılan bir maç ya da Dünya Kupası başarısı, bir an için bile olsa, bu karamsar havayı dağıtabiliyor, coşkulu kutlamalara yol açabiliyor. Kraliçe Elizabethin tahta gelişinin 50. (daha doğrusu 49.) yılı nedeniyle düzenlenen ve "dört gün dört gece" süren şenliklere yüz binlerce (kimi tahminlere göre milyona yakın) kişi katıldı, Londra sokakları ve caddeleri, adeta bir bayram yerine döndü. Kraliçenin onuruna düzenlenen konserlere, resmi geçitlere, sokak partilerine katılan insanları izlerken Kraliçenin jübilesinin aslında bir vesile olduğunu, insanların bir şeyleri kutlamak ve ortak duyguları paylaşmak özlemiyle bir araya geldiğini düşündüm. Futbol coşkusu Özellikle Arjantin zaferi büyük sevinç ve coşku yarattı İngilterede, çünkü buradaki hakim beklenti maçı Arjantinin kazanacağı yolundaydı. Maç öncesi bahislerde Arjantine İngilterenin iki katı şans tanınıyordu. Örneğin golü Beckhamın atacağını ve İngilterenin maçı 1 - 0 kazanacağını birlikte tahmin edenler 1e 66 kazandılar. Oysa tek golü Batistuta atsa ve maçı 1 - 0 Arjantin kazansaydı 1e 20 verecekti bahisler.İngilizler, Arjantin zaferiyle 22 yıllık bir özlemi giderirken içlerindeki bir ezikliği de, en azından şimdilik, gidermiş oldular. 1890larda futbolu Arjantine götüren İngilizler 22 yıldan beri yenemedikleri Arjantini yenerken yeniden "usta" konumunda görünmenin mutluluğunu da yaşadılar. İngilterede futbol ve futbolcuların, futbol adamlarının özel hayatları zaten çok konuşulan konular arasında yer alır. Dünya Kupası nedeniyle bu ilginin dozu daha da arttı kuşkusuz, İngilterenin kaptanı Beckhamın ayağındaki sakatlık ülkenin bir numaralı sorunu haline getirildi Dünya Kupası öncesinde. İşte bu Beckhamın o kutsal ayağı İngilterenin kazandığı penaltıyı gole çevirip Arjantin zaferine imzasını attı ve neredeyse bütün İngiltereyi ayağa kaldırdı. İngiltere - Arjantin maçını 24 milyon kişinin izlediği ve en az 6 milyon kişinin maçı izlemek için işine gitmediği ya da izinli sayıldığı belirtiliyor. Yüzü gülmeyen Arjantin Kupanın ilk haftasında İngilterede en çok konuşulan olay ise, Brezilyalı Rivaldonun bizim maçta yaptığı sahtekarlık oldu. Brezilyalı milli oyuncunun top yüzüne gelmiş gibi yaparak kendini yere atmasını ve hakemi yanıltarak Hakan Ünsalı oyundan attırmasını hiç affetmedi İngiliz medyası ve futbolda sahtekarlıktan Brezilyalıların ahlaki tutumlarına kadar hemen her şey tartışıldı hafta boyunca. Aslında böyle bir zafere çok daha fazla ihtiyacı olan taraf hiç kuşkusuz Arjantindi. Halen benzeri yaşanmamış bir ekonomik ve toplumsal bunalımın içinde bulunan Arjantin, futbolda da bulamadı aradığı teselliyi. Sanki bir özensizlik ve motivasyon eksikliği vardı Arjantinli yıldızlarda ve kazanmayı İngilizler kadar önemsemiyorlardı. Fransanın geleceği Fransanın bu kaygı verici durumuna karşılık ilk maçlarında beklenenin üzerinde başarı gösteren ABD ve Güney Kore bugün karşı karşıya gelecek ve kozlarını pay edecek. Açlık ve sefaletin kol gezdiği Afrika ise Senegal ve Kamerun ile adını duyuruyor kupada. Futbol takımlarının Dünya Kupasındaki performansıyla ülkelerin gidişatı arasında ilişki kurmaya meraklı olanlara şu sıralarda en iyi malzeme sağlayan ülkelerden biri de Fransa. Kupa öncesinde favori gösterilen Fransanın şimdi gruptan çıkması bile tehlikeye girmiş durumda. 1998de dünya şampiyonu olan Fransanın futboldaki başarısızlığı ile ilk turu dün yapılan parlamento seçimlerinin ortaya çıkartabileceği olumsuz tablo arasında ilişki kuranlar çıkarsa buna da şaşmamak gerekecek. Ulusal çalım Futbol aslında bir oyun ama bu oyunun günümüzün küreselleşen dünyasında kazandığı boyutlar, Dünya Kupası gibi bir organizasyonu, ülkeler arası bir boy ölçüşme arenası haline getirmiş durumda. Küreselleşmenin pek çok alanda getirdiği sınırlamaları aşıp "ulusal" çalımı atabilmek, milli bayrakla ve formayla gururlanabilmek için benzersiz bir olanak yaratıyor sanki futbol. Bu nedenle de bir ay boyunca futbolla yatıp kalkacak olan milyarlarca insanın hakkını teslim etmek gerekiyor. Matisse ile Picassonun yaratıcı diyaloğu Farklı kişilik özelliklerine sahip iki sanatçının arasındaki benzersiz alış - verişin öyküsünü anlatıyor bu sergi. Rakamların konuşulduğu, çeklerin yazıldığı bir alışveriş değil bu; rekabetle dostluğun nasıl iç içe geçtiğini ve iki sanatçı arasındaki iletişimin ürünlerine nasıl yansıdığını gözler önüne seren bambaşka bir alışveriş söz konusu burada.Picassonun deyimiyle, birbirinin dilinden en iyi anlayan iki sanatçının sıra dışı diyaloğu. oulagay@milliyet.com.tr Açılışından bu yana geçen iki yıl içinde ziyaretçi sayısı 9 milyonu aşan Londradaki Tate Modern galerisi bugünlerde gene revaçta. 18 Ağustosa kadar sürecek olan Matisse - Picasso sergisi kaçırılmayacak bir sanat olayı. Yedi yıllık bir çaba sonucunda hazırlanan sergide 20. yüzyıl resminin iki devi arasındaki yaratıcı diyaloğu adım adım izleme olanağını buluyorsunuz.