Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları


Savaş kararını Davos’ta anlarız
Davos’ta bu yıl yapılmayan geleneksel balonun bıraktığı boşluktan yararlanılarak düzenlenen Türk Gecesi’ne ilgi yoğundu. Benim ilgimi ve dikkatimi çeken katılımcılar arasında George Soros, Stanley Fischer ve Jacob Frenkel gibi finans dünyasının ünlüleri dışında, Newsweek dergisinin editörü Ferit Zekeriya ve New York Times’ın dış politika yazarı Thomas Friedman da vardı.
Onlarla da konuştuktan sonra daha iyi anladım ki, dünyada tırmanan muhalefete karşın ABD Irak’ı vuracak. Böylece de dünyanın tek hâkimi olduğunu ve gerekirse kimseyi dinlemeden istediğini yapabileceğini cümle aleme göstermiş olacak. Savaş kararını daha fazla geciktirmenin, dünyada savaşa karşı muhalefeti artırdığını ve piyasalardaki belirsizliği tırmandırdığını belirten Amerikalı dostlarımız arasında bu kararın zaten alınmış olduğunu düşünenler de var. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın da bulunduğu Davos’tan ayrılmadan savaş kararının aslında alınmış olduğunu anlayacağız galiba. Savaşın önlenebileceği umudunu koruyarak geldiğim Davos’ta bu umudumun giderek azaldığını itiraf etmeliyim.
Aslında, Davos’tan gönderdiğim ilk yazıda da belirttiğim gibi, Amerika’nın, daha doğrusu Bush yönetiminin dünyaya tek başına hükmetme tavrına karşı yoğun bir tepki var burada. Dünyanın dört bir yanından Davos’a gelen seçkinler arasında ABD’nin tavrına karşı olanlar ezici bir çoğunlukta ama bu küresel muhalefetin, ABD’nin savaş kararını önlemeye yetmeyeceği izlenimi var bende. Bana öyle geliyor ki Bush yönetimi "kötü adam" ilan ettiği Saddam’ı kısa sürede devirerek tüm dünyaya kendini göstermek hevesinde.

‘Büyülü Dağ’da kaybolan umutlar
Thomas Mann’ın "Büyülü Dağ" adlı ünlü eserini yazdığı Davos’ta bu yıl derin bir umutsuzluk kapladı içimi. Veremli hastaların şifaya kavuşmak için geldikleri İsviçre’nin bu dağ kasabasına dünyanın sorunlarına çözüm üretmek için gelenlerin şifa reçetesini üretmede ne kadar çaresiz kaldıklarını yakından görüp hissettikçe karamsarlığım daha da arttı. Kendi ölçülerime göre kurduğum daha güzel, daha âdil, daha yaşanabilir bir dünya hayallerinin üzerine çaresizliğin karları yağdı sanki. Ve karlarla örtülen hayallerimin izleri giderek silinirken, belki de haftalarca sürecek Amerikan bombardımanının kan izleri düşmeye başladı karların üstüne.

ÜRKÜTÜCÜ UÇURUM
Böyle bir yazıyı karla kaplı sarp yamaçların orta yerindeki Davos’ta yazmanın farklı bir yanı var. "Uçurum" sözcüğü de bu doğal ortamda farklı bir özellik kazanıyor. Beni burada derin bir umutsuzluğa sürükleyen şey de bu yıl çok daha somut bir biçimde algıladığım bir uçurum oldu. Dünyanın dört bir yanında açlıkla, yoksullukla, hastalıkla boğuşan, iş bulamayan ve çaresizlik içinde kıvranan insanların durumlarıyla, onların sorunlarını çözme iddiasındaki insanların, yani Davos seçkinlerinin algılama düzeyi arasındaki dev uçurum.
Davos’ta Peru Devlet Başkanı Alejandro Toledo’yu Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe Velez’i Brezilya’nın çiceği burnunda Başkanı Lula da Silva’yı dinledikten, Afrika kıtasının nasıl bir umutsuzluk çıkmazında bu kez de AIDS’ten kırıldığını bir kez daha dinledikten sonra bir kez de dünyaya hükmetme, küresel düzeni yönlendirme iddi asındakileri dinleyince bu uçurumu, çok daha iyi algılıyor insan. Latin Amerika’da, Afrika’da, Türkiye’de insanların sorunlarına çözüm üretmek için siyasete soyunan, iktidara tırmanan ve dünya sahnesine çıkıp Davos’ta boy gösteren siyasetçilerin karşı karşıya bulunduğu çıkmazı ve çaresizliği de çok daha somut biçimde hissetmek mümkün bu ortamda.

DUYGULARIN ÖTESİNDE
Beni umutsuzluğa sürükleyen şeylerden biri de okumuş, yazmış, entelektüel niteliği kazanmış insanların bile, olası bir savaşın yol açabileceği insan kıyımı konusunda; açlıkla, yoksullukla, AIDS’le kırılan insanların dramı karşısında gösterdikleri kayıtsızlık, kahredici donukluk ve ilgisizlik. Sanki bir çizgi romanın ya da bir bilim - kurgu filminin figüranları ölecek Irak’ta ve ondan sonra Amerika’nın "iyi adamı" gelip Bağdat’ta yeni bir cennetin temellerini atacak.
Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na katılanların hepsinin bu tavırda olduğunu söylemek istemiyorum. Tam tersine, iyi niyetle insanlığın sorunlarına çözüm üretmeyi amaçlayan, savaşçı değil barışçı çözümleri savunanları alkışlayanlar çoğunlukta Davos’ta ama onların da bir çaresizlik ve çözümsüzlük denizinde yüzdüğünü hissediyorsunuz.
Duygusal tepkilerin ötesinde, Brezilya’da Lula gerçeğiyle son olarak Türkiye’de AKP gerçeğiyle ortaya çıkan somut bir siyasal olgu var. Yıllardır çözüm vaatleriyle oyalanan, IMF destekli programlarla refaha çıkma umudu aşılanan insanları vaatlerle avutmak giderek zorlaşıyor. Bu insanların sorunlarını çözmek için iktidara gelenler de, iktidarın ateşten gömleğini giyip dünya sahnesine çıktıklarında, yapabileceklerinin ne kadar kısıtlı olduğunu görüyorlar. Dünya düzeninin hakimi tepelerinde oturanların, ABD yönetiminin ve IMF gibi kuruluşların bu yeni durumu anladıklarını gösteren hiçbir işaret yok. İnsanların umutlarının tükenmeye başladığı noktada onlara dönüp "bizim onayladığımız programları eksiksiz uygularsanız sonunda düzlüğe çıkarsınız" demenin fazla anlamlı olmadığını anlamıyor ABD ve IMF. Bunca yılın başarısızlıkları sonrasında Latin Amerika’ya, Türkiye’ye ve başka ülkelere yazdıkları reçetenin yanlış ve eksik olduğunu düşünmek bile istemiyorlar. Bütün bu gerçekler ortadayken ABD’nin Irak’a zor kullanarak demokrasi ve refah götüreceğine inanmakta kolay değil.
2003 yılında Davos’ta tek bir başarı öyküsü anlatılıyor. Bu öykünün kahramanı olan Çin ise bu başarıyı kendine özgü bir modelle sağlamış durumda. Sermaye hareketlerine serbesti tanımayan, girişim serbestiyle planlı gelişmeyi bir arada götüren bir model bu.

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell dün Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda yaptığı konuşmada ABD’nin yalnız da kalsa Irak’taki Saddam rejimini devirmeye kararlı olduğunu söyledi. Saddam’ın silahsızlanma için kendisine verilen son şansı da kullandığını ısrarla vurgulayan Powell, 45 dakikalık konuşmasında en az 4 - 5 defa "time is running out" (Irak’a verilen zaman bitiyor") diyerek Saddam’ı devirme kararının verilmiş olduğunu ve vurgulamanın çok yakında gerçekleşeceğini ima etti. Güvenlik Konseyi’nin otoriterisini de hiçe sayan Saddam’ın devrilmesinin daha fazla geçiktirilemeyeceğini belirten Powell, "İlle de çok taraflı bir görüş birliği sağlayacağız diye ivedi eylem gereğini ihmal edemeyiz" dedi.
Powel 45 dakikalık konuşmasında Filistin sorununun çözümüne ise konuşmanın son 10 dakikasında iki üç cümle ayırdı. Powell konuşmasında savaşsız çözümün de hâlâ bir seçenek olduğuna da birkaç kez değindi ama bu konuşmanın tonundan savaşın çok yakın olduğunu hissetmek hiç de zor değildi.