Seçim zaferini Avrupa zaferiyle taçlandırmak isteyen AKP, "dünya işleri" konusunda ilk büyük dersini Kopenhag’da aldı. AKP lideri Erdoğan da, "piyasa tüccarı" anlayışıyla Avrupa ve dünya sahnesinde "iş bağlamanın" sandığı kadar kolay olmadığını, hatta "bastırıp işi bitirme" yaklaşımının bir noktadan sonra geri tepebileceğini de Avrupa’nın kurtları arasında sıkıntılı saatler yaşayarak öğrenmiş oldu.
Bu noktada bir parantez açıp, haddim olmayarak küçük bir uyarıda bulunayım: AKP yönetimi bu deneyimden gerekli dersleri çıkartmazsa ve "Türkiye arkamızda, piyasalar destekliyor, dünya bize hayran" havasına kapılıp "Biz yaptık, oldu" anlayışıyla davranırsa, yarın öbür gün IMF (Uluslararası Para Fonu) ile ilişkilerde de tatsız sürprizlerle karşılaşabilir.
Türkiye’de bulunan IMF heyetinin resmi yetkililer dışında, özel sektörle yaptığı toplantılarda, IMF’nin AKP yönetimine "hoşgörülü bir anlayışla yaklaştığı" izlenimini edinenler var. Bu "hoşgörü"nün sınırlarını iyi anlamak ve IMF’nin karşısına kabul edilebilir önerilerle çıkmak önemli herhalde.
Türkiye’nin Kopenhag’da elde ettiği sonucu "başarı" olarak değerlendirmek olanaksız. AKP yönetiminin yarattığı umutlar, beklenti yönetiminde yaptığı hatalar da elde edilen sonucun Türkiye’de "başarı" olarak görülmesini zorlaştırdı. Dış dünyanın tepkisini gösterme açısından dikkate değer bir gösterge sayılabilecek olan International Herald Tribune gazetesi de yaptığı değerlendirmede "Avrupa’nın Türkiye’yi terslediğini" belirterek Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlangıç tarihiyle ilgili olarak alınan kararı, "gereksiz ve tahripkâr olabilecek bir erteleme" olarak niteledi. CNN televizyonu da "Avrupa tarafından terslenen Türkiye reform çabasını sürdürmeye kararlı" ifadesini kullandı.
Türkiye’nin Kopenhag’da umduğunu bulamaması, yıllardan beri "Avrupa bizi almaz" nakaratını terennüm eden malum koronun yanı sıra, AKP iktidarını Türkiye’nin başına gelmiş büyük bir felaket olarak gören takımı da sevindirdi. Onlara göre Türkiye’nin Avrupa’da umduğunu bulamamasının tek nedeni şu anda AKP’nin iktidarda olması ve Avrupa’nın "aydınlığı reddeden" AKP iktidarına güven duymamasıydı.
Bu görüşü savunanların Avrupa’nın ve dış dünyanın AKP iktidarına bakışı konusunda hangi kaynaklardan bilgilendiğini doğrusu merak ediyorum. Benim izleyebildiğim dış kaynaklarda, İslami kökenden geldiği halde Avrupa’ya ve Batı’ya güçlü bir açılım yaparak göreve başlayan AKP iktidarının bu açılımı genelde çok olumlu değerlendiriliyor.
"Cahil" Türk halkının doğru tercih yapamayarak AKP’yi iktidara taşımasının Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanmasına yol açtığını ileri sürenlere önce şu soruyu sormak gerekiyor: Avrupa trenine kırk yıl önce adım atan Türkiye’nin hâlâ bu treni yakalayamamış olmasının asıl sorumlusu İslamcı kesim, ya da AKP mi? Yoksa Cumhuriyet’in 79. yılında demokratik rejimin çerçevesini hâlâ çizememiş, demokratik meşruiyet sorununu çözememiş olmamız mı?
Bugün AKP’yi rejim için tehdit olarak gören ve ciddi kaygılar içinde olanların tek bir güvencesi var, "İşler kötüye gider, laiklik tehlikeye düşerse asker nasıl olsa buna izin vermez" diye düşünerek teselli buluyorlar. Türkiye şimdi yakaladığı fırsatı iyi kullanmak ve iki yıl sonra Avrupa’nın karşısına kabul edilebilir bir kimlikle çıkmak istiyorsa, her şeyden önce askeri rejimin sigortası olarak gören bu anlayışı kırmak zorunda.
Avrupa’nın Türkiye’ye karşı önyargılı olduğu ve Türkiye’yi oyalamak için farklı nedenler bulduğu bir gerçek ama Türkiye’nin Avrupa’dan dışlanmasında belirleyici nedenlerin başında Türkiye’deki demokrasinin gölgeli niteliğinin geldiği de bir gerçek. Bu gölgeyi yok etmeden Avrupa trenine binemeyiz.