Özay Şendir

Özay Şendir

ozay.sendir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezinin sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olduğunu çok az kişi bilir.

“Harbord Askeri Heyeti Raporu: Gerçekleri Araştırmakla Görevlendirilen Amerikan Askerî Heyetinin Çalışmaları ve Türk-Amerikan İlişkilerine Etkileri” adlı ve Ermeni iddialarını çürüten bu tez çalışması daha sonra kitap olarak da basıldı. 24 Nisan tartışmaları başlayınca Moskova’ya gitmeden önce Bakan Akar ile telefonda bir röportaj yaptım:

Haberin Devamı

İlk olarak General Harbord Heyeti’nin ne olduğunu anlatmasını istedim.

1.Dünya Savaşından sonra toplanan Paris Barış Konferansında Osmanlı topraklarının paylaşımı ve mandaların oluşturulması gibi konularda herkesi razı edecek bir çözüm bulunamaması üzerine ABD yetkilileri arasında, bölgeye heyetler göndererek gerçeklerin ortaya çıkarılması fikri oluşmuştur. ABD’nin Osmanlı topraklarında inceleme yapmak üzere tahkik heyetleri kurmasının ardındaki nedenlere bakıldığında;

*Savaş sırasında ve sonrasında yürütülen yoğun ve abartılı Türk karşıtı propaganda,

*Ermeniler başta olmak üzere Hristiyan azınlıklar tarafından yapılan sözde Türk saldırıları hakkındaki haberler,

*Osmanlı Devleti’nin geleceği belirlendikten sonra manda için gerekli olan sorumluluğun boyutunu kesinleştirmek olduğu görülmektedir. Bu kapsamda Anadolu ve Kafkaslardaki durumu incelemek ve gerçekleri araştırmak üzere Avrupa’daki ABD Kuvvetleri Kurmay Başkanı ABD’li Tümg. James G. Harbord başkanlığında birçok general, amiral, subay ve önemli mevkilerdeki sivil görevlilerden oluşan 40 kişilik askerî bir heyeti görevlendirilmiştir.

Tarihten düşmanlık çıkarmak kabul edilemez bir tutum

Peki bu heyetin raporunda neler yazıyordu, bu rapor neden önemli?

Harbord Heyeti, 2 Eylül 1919’da başladığı incelemeyi Samsun, Batum, Mersin, Adana, Halep, Mardin, Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Revan, Tiflis ve Bakü gibi yerlere giderek 23 Ekim’de tamamlamıştır. Bu süreçte Harbord, Ermeni iddialarını geçersiz kılan gözlemini ön raporunda şu şekilde belirtmiştir:

“İddia edildiği gibi Türklerin sınırı geçerek Ermenileri katletmek gibi bir amaçları olduğuna şahit olmadık. Kaldı ki Ermeni yetkililer de böyle bir durumdan hiç bahsetmedi. Türkiye’nin ne böyle bir eğilimi olduğuna ne de bunu yapacak istidadı olduğuna inanıyoruz.”

Haberin Devamı

Bu açıdan Harbord’un ön raporu dahi, süregelen Ermeni propagandasını çürütmüş; bu konudaki ABD siyasetini etkilemiştir. 2 aya yakın bu inceleme sonucunda hazırlanan nihai rapor ise orijinal metni 43 sayfa olmak üzere ek ve görselleriyle birlikte 1.603 sayfadır. Raporda, “soykırım” kelimesi veya buna muadil bir kelime/kavram kullanılmamıştır.

Raporda; Türkler ile Ermenilerin yüzyıllardır birlikte yaşadıkları ve dış müdahalelerin olmaması hâlinde de huzur içerisinde yaşamaya devam edecekleri belirtilmiştir. Üstelik Muvakkat Sevk ve İskân Kanunu’na tabi tutulan Ermenilerin, yavaş yavaş evlerine geri döndüklerine dikkat çekilmiştir. Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise “Ermeni nüfusu konusunda Ermeni lobisinin iddiaları yanlıştır. Ermeniler bölgenin tamamında azınlıktır. Savaştan önce bile Ermeniler birkaç yer hariç Türk Ermenistan’ı olarak bilinen bölgede çoğunluk olmaktan çok uzaktır.”

Haberin Devamı

Ayrıca rapora göre, savaş sırasında Türk nüfustaki büyük kayıplara rağmen tüm Sevk ve İskân Kanunu’na tabi tutulan Ermeniler geri dönseler bile bağımsız bir Ermenistan’ın kurulacağı bölgede çoğunluğu oluşturamayacakları tespit edilmiştir.

Peki bu rapora rağmen ABD, soykırım iddialarını nasıl bu kadar gündemde tutabiliyor, amaçları ne?

Harbord Raporu, Türk tezlerinin doğruluğunu ve Ermeni iddialarının asılsız olduğunu tespit etmesine rağmen; ABD’deki Ermeni lobisinin çabalarıyla kamuoyuna tüm ayrıntılarıyla açıklanmamıştır. O zamandan bu yana ABD’de; asılsız Ermeni iddialarına, siyasi olarak yaklaşılmakta ve Ermeni diasporasının propagandalarına itibar edilmektedir. Ermeniler, Sevk ve İskân uygulamasının sözde soykırım olarak tanınması için yoğun gayret göstermiş; bu kapsamda son yıllarda, 24 Nisanı bütün dünyada “soykırım günü” ilan ederek adeta sanal bir bellek ve suni bir tarih oluşturmak istemişlerdir. Bu iddialarını “sözde soykırım’ olarak birçok ülkeye resmen kabul ettirmişlerdir.

Bu ülkelerin sözde soykırımı kabul etmesi, aynı şekilde ABD’li yöneticilerinin 1915 olaylarına ilişkin “soykırım” ifadesini kullanması; tarihi gerçekleri inkâr etmek ve çarpıtmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. 1915 Olaylarına yönelik, gerçeklerle ve uluslararası hukukla bağdaşmayan açıklamalar ise meseleyi iç siyasi mülahazalara ve kendi gündemlerine alet etme çabalarından ibaret büyük bir talihsizliktir, aymazlıktır, hatta utanma duygusunun olmadığını göstermektedir. Tarihten düşmanlık çıkarmak ve yeni karşıtlıklar oluşturmak kabul edilemez olup bu tutum entelektüel/akademik ahlak bakımından da ibretliktir. Ermenistan’ın ve Ermeni diasporasının üçüncü ülkeler nezdindeki bu faaliyetleri, Türkiye ile Ermenistan arasında normal diplomatik ilişkilerin kurulmasında en önemli engellerden birini teşkil etmektedir.

Peki Türkiye niye eli kolu bağlı bir görüntü veriyor, ne yapmak lazım?

“Maalesef Türkiye’de sadece 24 Nisan’da bu konu gündeme geliyor. Ermeni lobisi ise bu konuda sürekli üçüncü taraf ülkeler nezdinde tarihi gerçeklere aykırı girişimlerde bulunuyor. Dolayısıyla biz de tarihi gerçekleri, bu konudaki belge ve dokümanları daha aktif bir şekilde araştırmamız, dünya kamuoyuyla paylaşmamız gerekiyor. Yılda bir gün değil sürekli olarak bu konuda çalışmalar yapılması, Türkiye’nin haklılığını gösteren argümanların ortaya konulması lazım”

5 Nisan’da Ankara Bilim Üniversitesi’nde “1915 Olayları çalıştayına” katılarak bir sunum gerçekleştiren Akar, 27 Nisan’da da Kayseri Üniversitesi’nde “Ermeni meselesi üzerine” konulu bir konferans verecek.