Toplumlarda eğitimden ekonomiye, sağlıktan gelir dağılımlarına kadar çok farklı alanlarda yaşanan eşitsizliklerin nasıl oluştuğu, altında yatan dinamiklerin neler olduğu sürekli tartışma konusu olmuştur. Bu bağlamda, toplumsal eşitsizliklerin nasıl gerçekleştiğini anlamaya önemli katkı sağlayan yaklaşımların başında ünlü sosyolog Robert Merton (1968) tarafından Matta İncilindeki ‘Kimde varsa, ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacaktır. Ancak kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacaktır’ ayetinden yola çıkarak geliştirilmiş olan Matta etkisi gelmektedir.
Matta etkisi, başlangıç noktasındaki çok küçük farkların önlem alınmadığında zamanla nasıl büyüdüğünü, avantajın nasıl avantaja yol açtığını, biriktiğini ve nihayetinde eşitsizlikleri artırdığını açıklamaktadır. Yaşamın farklı alanlarında, başlangıçta var olan avantajlar zamanla daha fazla avantaja yol açmakta, dolayısıyla başlangıçta daha fazla ve daha aza sahip olanlar arasındaki farklar zamanla büyümektedir. Bu durum eşitsizliklerin
Yapay zekâ teknolojilerinin hızlı gelişimi tüm alanları doğrudan etkilemektedir. Yapay zekâ ile gelen dev dalga önceki teknolojik kırılmaların çok ötesinde her alanda kültürü köklü dönüşüme zorlarken riskleri de artırmaktadır. Bu nedenle yapay zekâya yönelik okuryazarlığın artması faydaları kadar risklerinin de farkındalığını artıracaktır.
Yapay zekâ teknolojisinin meydan okumasına maruz kalan alanlarının başında eğitim sistemleri gelmektedir. Eğitim sistemleri için meydan okuma iki-boyutludur. Birinci boyut bizzat eğitim sisteminde yapay zekâ teknolojileri nedeniyle meydana gelen dönüşümle ilgili iken ikinci boyut yapay zekâ teknolojilerinin işgücü piyasalarında mesleklerin beceri setlerinde yaptıkları hızlı dönüşüme cevap olarak mevcut meslekler veya yeni mesleklere yönelik beşeri sermayenin nasıl yetiştirileceği ile ilgilidir. Her iki meydan okuma da eğitim sistemlerini oldukça zorlamaktadır. Bu yazıda yapay zekâ teknolojilerinin sadece eğitim sisteminde birinci boyutla ilgili oluşturduğu etkileri üzerinde
Ülkelerin en önemli sermayesinin beşeri sermaye olduğu ve eğitimin de bu sermayenin niteliğini artırmada en önemli araç olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Ülkeler beşeri sermayelerinin niteliği üzerinden rekabet etmektedir. Bu bağlamda eğitimde fırsat eşitliği rekabetin ana gündemini oluşturmaktadır. Fırsat eşitliği iki boyutlu olup birinci boyutu erişimle, yani eğitim çağ nüfusunun eğitimin her kademesine ne kadar erişebildiği ile ilgilidir. İkinci boyutu ise erişilen eğitimin kalitesi ile ilişkilidir. Bir başka deyişle erişilen eğitimin kalitesindeki farkların boyutu eğitimde fırsat eşitliğini doğrudan etkilemektedir.
Ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğinin birinci boyutu, yani erişimle ilgili sorunlar büyük oranda son 20 yıldaki devasa yatırımlarla çözülmüştür. Örneğin, 2000’li yıllarda lise çağ nüfusunun nerdeyse yarısı ortaöğretime eriş(e) mezken günümüzde bu oran %99’ların üzerine çıkmıştır. Benzer şekilde yükseköğretimde net okullaşma oranı bu dönemde %10’lardan %45’lerin üzerine
Edward Said, Oryantalizmi saf bir doğu bilimi, doğuyu anlama girişimi olmanın ötesinde Doğu’nun Batılı temsilini üretme ve yönetme/zaptu rapt altına alma çabası olarak tanımlamaktadır (Orientalism, Vintage Books, 1979). Dolayısıyla Said, oryantalizmi Batı’nın tek taraflı olarak Doğu’yu temsil etme, konuşturma ve anlamlandırma yaklaşımı veya daha doğru bir biçimde ifade edilecek olursa tahakkümü olduğunun altını çizer. Flaubert’in Mısır’da karşılaştığı kadın da bundan payını alır. Mısırlı kadın konuşturulmaz, Flaubert’in konuşması/temsili üzerinden değerlendirilir (sh. 6). Dolayısıyla, oryantalist külliyatta Doğu’nun kendisi konuşmaz, Batı’lı Doğu’yu kendisi istediği şekilde konuşturur, gizemlerini açıklar ve tanımlar. Bu nedenle, Oryantalizm söylemi, Doğu'nun gerçekliğini değil, Batı'nın Doğu'yu nasıl görmek istediğini ve temsil ettiğini yansıtır. Dahası, Doğu bir coğrafi kategori olmanın da ötesine geçer, Rusya’da İspanya’da bundan nasibini alır.
Dolayısıyla, oryantalizm Doğu’ya dair düşünmenin akademik,