Bipolar bozukluk başka bir söylemle manik-depresif bozukluk bireyin ruh halini, konsantrasyonunu, enerjisini ve günlük işlevselliğini yerine getirme becerisini etkileyen psikiyatrik bir rahatsızlıktır. Bu bozukluğa sahip olan bireyler bir anda kendilerini iyi hissederken bir anda kötü hissedebilir, içine kapanabilir. Bu bozuklukta kişinin ruh hali uçlarda seyredebilir. Örneğin bipolar bozukluğun en yüksek seviyede olduğunu varsayalım bu düzeyde kişi hiperaktif bir ruh halinde kendisini çok mutlu hissedebilir. Fakat tam tersi bir durumda da kişi depresyon haline bürünür ise içe dönükleşir, dış dünyaya kapılarını kapatır ve intihar eğilimleri gösterebilir. Bipolar bozuklukta eğer ileri düzeyde değilse yılda birkaç defa bu ataklar meydana gelebilirler. Bipolar bozukluğu olan insanların geneli yaşadıkları duygu durum bozukluklarını fark edebilirken ileri seviye bipolar bozukluğu olan bireylerin bu durumu kendi kendisine fark etmesi zor olabilir.
Peki bireylerin bipolar olmasının nedeni nedir?
Mevcut bozukluğun kesin nedeni bilinmemekle birlikte genetik aktarımın hastalığın
Bireylerin yaşamını sağlıklı devam ettirebilmesi ve dış dünyaya açılabilmesi için aileye gereksinim vardır. Dış dünyaya açılmak için aile içerisinde özellikler geliştiren insan yaşamında daha sonraki yıllarda yaşayacağı problemlerine çözümler bulabilmek için yine aile ortamında öğrendiği çözümler ile hareket etmektedir. Bireylerin küçük yaşlardan itibaren sağlıklı ve dengeli bir kişilik geliştirebilmeleri aile içerisindeki tutumlarına bağlıdır. Kişilik gelişimi insanın yaşamı boyunca gelişse de temelinde çocukluk dönemine dayanmaktadır. Bu sebeple ailenin çocuk üzerindeki tutum ve davranışları büyük önem taşımaktadır. Özellikle anne ve babanın tutumu gelişmekte olan çocuğa model olmaktadır. Çocuk gördüğü bu modeli taklit ederek ve özümseyerek kişiliğini yavaş yavaş oluşturmaya başlar. Dolayısıyla ebeveynler çocuklarından bekledikleri davranışlara uygun davranmalıdırlar. Özellikle anne baba tutumları incelendiğinde ebeveynlerin çocuklar üzerindeki tutumları
Depresyonda olan bireyler kendilerini toplumdan soyutlayabiliyor
Depresyon özellikle insanların ruh halini tanımlayan bir sözcüktür. Aynı zamanda psikiyatrik bir bozukluğu tanımlamak amacıyla da kullanıldığından zamanla hastalık adını almıştır. Bireyler için bu kavram kullanıldığında kişinin ruhsal çökkünlük halinde olduğu düşünülmektedir. Depresyonda olan birey kendisini duygusal olarak üzgün, kederli, ümitsiz, yetersiz ve değersiz hissedebilmektedir. Hatta depresyon sürecinde birey davranış olarak kendisini toplumdan soyutlayabilmektedir. İçine kapanabilir, giderek durgunlaşabilir hayatın içerisinde yaşadığı durumlardan ötürü zevk alamayabilir ve isteksiz olabilir. Bedensel belirtilerinde ise uyku ve iştah problemleri yaşayabilir.
Depresyon ve üzüntü birbirine karıştırılmamalıdır
Bireylerin hayatın doğal akışı içerisinde üzücü olaylar karşısında üzülmeleri gayet normal bir süreçtir. Gündelik hayatın içerisinde bireyler kendilerini
Ekran bağımlılığı günümüzde birçok çocuğun hatta yetişkinin sorunu!
Ekran bağımlılığı bireylerde küçük yaşlardan itibaren gözlenebilen özellikle çocukların anne babaları tarafından oyalanmaları, yemek yemeleri ya da sakin durmalarını sağlayabilmeleri, kazanç elde edebilmeleri açısından çocuğun ekran karşısında dakikalarca bazen saatlerce oturtulması ile süregelen bir durumdur. Ebeveynlerin bu tür kazançları elde edebilmek için çocukları meşgul edecek televizyon, telefon ve tablet gibi elektronik cihazların önüne tabiri caizse hapsetmeleri ekrana olan bağımlılığı ifade etmektedir. Çocuklar bu görsel uyaranlara ekran yoluyla maruz kaldıkça bir süre sonra ekran karşısından kalkamadıklarını, gerçek yaşamdan uzaklaşmış bir biçimde hayat sürdüklerini görmekteyiz. Çocukların bu şekilde ekran karşısında aşırı zaman geçirmeleri boş zamanlarında hatta meşgul olmasalar dahi gün içerisinde yerine getirmeleri gereken görev ve sorumlulukları yerine getirmemeleri çocukların ruhsal ve
Anne baba tutumları genel anlamda çocuğun yetiştirilmesinde ebeveynin başvurduğu sözsel ve fiziksel iletişim biçimlerini kapsamaktadır. Geliştirilen bu tutumlar çocuğun kişilik özelliğinin belirlenmesinde, problem çözme becerilerinin gelişiminde ve sosyal çevresi ile olan etkileşiminde önemli bir role sahiptir. Özellikle anne baba tarafından benimsenen tutum ve davranışlar çocuğun psikolojisi üzerinde de ciddi etkiler bırakabilmektedir. Geliştirilen bu tutumlar çocuk ve anne baba arasındaki ilişkinin temel faktörlerinden biridir.
Kısaca anne baba tutumları çocuklarını yetiştiren ebeveynlerin onlara olan yaklaşımı, tutum ve davranışlarının tümüdür. Çocukların gelişim sürecinde onlara gösterilen sevgi ve destek kadar kural ve sınırlamalarda çocukların gelişim döneminin sağlıklı ya da gösterilen tutuma göre sağlıksız bir biçimde gelişmelerinde rol oynamaktadır. Çocuklar kendilerine sergilenen tutum ve davranışlara karşı bu tutum ve davranışları
Halk arasında sosyal olmayan insanlara antisosyal dendiğini duymuşsunuzdur. Bu yanlış bir kullanımdır. Sosyal olmayan bireyler için asosyal terimi kullanılırken bu durumun antisosyallik ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu ayrımın beraberinde antisosyal bireyleri tanımaya başlayalım. Antisosyal bireyler hayatları boyunca sorumsuz davranışlar sergileme eğilimlidirler, kendilerinin ve diğerlerinin güvenliğini önemsemezler. Antisosyal bir birey genellikle başkalarının haklarını ihlal etme, aldatıcı davranma, saldırgan tutum sergileme ve sosyal kuralları çiğneme davranışlarında bulunabilmektedirler.
Antisosyal insanların özellikleri nelerdir?
Antisosyal insanlar başkalarına aldırış etmeme, toplum kurallarına uymama ile ifade edilen sorumsuz ve agresif eylemler biçiminde tanımlanabilir. Antisosyal kişilik bozukluğu olan bireyler çoğunlukla ciddi suçlar işler ve bu işledikleri suçtan dolayı pişmanlık duymazlar. Antisosyal kişilik bozukluğu bireylerle olan ilişkide, düşünme şeklinde ve olayları değerlendirme biçiminde bozukluk olan kronik bir zihinsel hastalık olarak kabul edilmektedir. Antisosyal kişilik bozukluğu
Özdenetim kelime anlamı olarak kişinin toplumda işlev görebilmesi amacıyla davranış, duygu ve isteklerini düzenleyebilmesidir. Özdenetim özellikle toplum içerisinde irade başta olmak üzere öz-düzenleme, öz-kontrol biçiminde de kullanılabilmektedir. Kişinin sahip olduğu özdenetim mekanizması benliğin bir parçasıdır. Kişi kendisi ve yaşadığı dünya arasındaki ilişkiyi bu şekilde sağlayabilir. Özdenetim sayesinde bireyler dürtü ve isteklerini kontrol edebilir, eylemlerinin ve kararlarının sorumluluğunu üstlenebilirler. Özdenetim (irade) ise bu istek gücünden meydana gelmektedir.
Bireyler bulundukları ortam ve koşullara göre duygu, düşünce ve davranışlarını düzenleyebilmekte ve ortama uyumlu halde davranabilmektedirler. Çocukluktan itibaren özdenetim becerisi gelişebilmektedir.
Yapılan bir araştırmada özdenetimin önemine vurgulanmaktadır. Okul öncesi çocuklardan oluşan bir grubun önüne şekerlemeler koyulmuştur. Çocuklara bu şekerlemeleri hemen
Sevgi; “insanı bir kimseye ya da bir şeye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten içsel duygu, sevme duygusu.” biçiminde tanımlanmaktadır. Genel olarak bu şekilde tanımlanan sevginin düşünürler tarafından birbirinden farklı tanımlamaları da vardır. Sevginin biyolojik, sosyal ve psikolojik olmak üzere birçok boyutu olduğu söylenebilir. Sevgiyi her insanın algılayış şeklide birbirinden farklıdır.
Sevgiyi bazı filozof ve bilim adamlarının düşüncelerinde de görebilmek mümkündür. Sevgi konusunu, annenin çocuğuna olan sevgisi gibi içgüdüsel sevgi, aşk veya aşırı kör sevgi şeklinde tanımlamaktan ziyade bilinçli bir biçimde sunabileceğimiz ya da hissedeceğimiz bir sevgiyi anlamak ve onu irdelemek daha doğru olacaktır çünkü sevgi adı altında çok seven kendisini aşık olarak nitelendiren bazı bireylerin karşı cinse bunu neden gösterip, sevgi adı altında sergiledikleri kısıtlayıcı davranışlar ya da sevgisini tam