Geçen gün Balçiçek İlter Habertürk’teki köşesinde yazdı.
Yazının başlığı “Aptal mıyım sizce?” idi.
Hikaye şöyle: Balçiçek Hanım birkaç ay önce bir taksiye biniyor. Şoföre annesinden bir telefon geliyor. Adam annesine sağlığının gayet iyi olduğunu falan anlatıyor. Kapattıktan sonra “geçmiş olsun” diyor Balçiçek Hanım.
Şoför başlıyor anlatmaya... Annesinden saklıyormuş, kansermiş aslında... Yakın zamanda karısını da kaybetmiş. İkizleri varmış...
Sonra başka telefonlar geliyor. Adamın hastaneye yatış için para eksiği olduğu anlaşılıyor. Durumdan etkilenen yazarımız taksiden inerken katkı olsun diye cüzdanında ne varsa veriyor şoföre. Önce kabul etmiyor adam. Sonra hastanenin, doktorun ismini veriyor, geri ödemek üzere alıyor parayı.
Balçiçek Hanım geçenlerde yine taksiye biniyor. O şoföre de annesinden telefon geliyor! Hımmm! O da annesine “bir şeyim yok, iyiyim” diyor. İkizler hariç hikaye aynı! Kurgu aynı! Yine hastane için para denkleme meselesi!
“Arabayı durdur, inmek istiyorum” diyor Balçiçek Hanım. İnerken de şoföre soruyor “karın gerçekten öldü mü?” diye...
“Yanlış anlaşılmasın, öfke değildi hissettiklerim... Biraz hayal kırıklığı... Çokça isyan... İnsana dair...” diye devam ediyor yazı.
Bu yazıyı okuduktan on dakika sonra Şişli’den taksiye bindim. İstikamet Nezih Ünen’in ikinci filmi “Mavi Pansiyon”un Maçka’daki galasıydı.
Biner binmez “araban sigara kokuyor” dedim şoföre. “Abi ben içmiyorum da müşterilere hayır diyemiyoruz işte” dedi.
Laf lafı açıyor. Balçiçek İlter’in yazısından söz ediyorum. “Vay be” diyor, “ama benim de benzer hikayem var” diye de lafa devam ediyor.
Bir gün genç bir çift binmiş arabaya. Delikanlı “kardeş bir 80 TL ver de şuradan bir şey alacağız, gideceğimiz yere varınca sana parayı veririz” demiş. Bizim şoför şüphelenmiş ama kız var diye “tamam” demiş. Delikanlı gidip gelmiş beş dakikada.
Sonra bir yere daha uğramışlar. Delikanlı kıza dönerek “aşkım yalnız bunu senin de görmek gerek” demiş. Şoför Rasim de “Kardeşim dalga mı geçiyorsunuz, ayıp değil mi?” falan diye lafa girmiş. “Yok abi ayıp ettin, yanlış anladın, hemen geleceğiz” demişler. Gidiş o gidiş. Morali bozulmuş tabii Rasim’in...
Sonra tesadüf bu ya, aynı çift bir gün tekrar binmiş Rasim’in arabasına. Hatırlamamışlar, adam yine 80 TL istemiş. Kan beynine sıçramış bizimkinin, bir karakolun önüne çekmiş hemen arabayı. Orada anlaşılmış ki çiftimiz yüz elliye yakın taksiye aynı numarayı çekmiş. Basit ama etkili bir metot demek!
Kentler kalabalıklaştıkça, böyle hikayeler çoğalıyor, çeşitleniyor. Dolandırıcılık sanatı hızla gelişiyor! Güvenmek yanlış, güvenmemek doğru olunca söylenecek söz kalmıyor.
Galanın yapılacağı mekana vardık o arada. Arabadan inerken Rasim’e “doğru mu ulan anlattığın bu hikaye?” diye soramadım artık...
Kokteyl henüz başlıyordu. Sonra salona geçildi. O da ne? Ön sırada bir kadın ayakkabılarını çıkarmış ayaklarını öndeki koltuğun üzerine öylece dayamış. Bu da davetli küstahlığı! İstanbul’da epey var bunlardan!
“Mavi Pansiyon” bütün bu moral bozucu kent arızalarından uzakta Bodrum Gümüşlükte geçen yumuşak bir aşk filmi...
Kırıldığı için kendini korumaya almış bir kalp... Sevmek isteyen başka bir kalp... Daha dünyevi yaşayan, daha az çizik başka kalpler...
Bir kez daha ne güzel memlekette yaşıyoruz dedirten bir sinematografi... Zaman zaman ışıldayan replikler... Etkileyici müzikler... İlaç gibi geldi öyle zor bir İstanbul gününün sonunda...