Yetmişli yılların sonunda Bebek sırtlarında, olaylardan uzak bir üniversitede okuyor gibi görünüyorduk ama hayat bizim için de güllük gülistanlık değildi. Bizde diğer yerlerde olduğu gibi kan gövdeyi götürmüyordu. Ancak memleketin gergin havası forumlarda, kantinlerde, hatta Boğaz’a nazır yurt odalarında bile hissediliyordu.
Mavi berelilerin gece yarısı-sabaha karşı baskınları olurdu mesela. Ertesi günkü termodinamik sınavınızın ne önemi vardı ki? Gelirler, güm güm güm kapıyı çalarlar, kalkın derler, yarım saat kadar arama yaparlar, giderlerdi. Bir şey bulamazlardı tabii ama ‘tepenizdeyiz’ hissini yaratırlardı.
Alışmıştık. Alıştırmışlardı.
O zamanlar devlet kutsaldı! Baskı, işin şanındandı. Kişisel hak ve özgürlükler tehlikeli kavramlardı. Başımızın belaya girmemesi ise şansımızdandı. Yoksa alıp götürseler, kim kime ne hesap sorabilirdi? Başka okullarda, başka öğrencilere neler neler yaptılar.
O günlerden bugünlere otuz küsur yıl geçti. Şimdi ülkem bölgesel bir güç olma iddiasında. Önde gelen küresel ekonomik aktörlerden sayılıyor. İleri demokrasiyi hedefliyor. Kişisel özgürlüklere önem veriyor. Son otuz yılda çok şey değişti. Gelin görün ki, şimdiye kadar silinip gitmiş olması gereken içimdeki o endişe hissi maalesef aynen yerinde. Koyulaştıkça da koyulaşıyor.
Bir gün sabahın köründe güm güm güm kapımı çalabilirler... Evde arama yapıp, bilgisayar falan ne varsa toparlayabilirler... Sonra da Merkez’e götürüp sorgulayabilirler... Bugün için “olmayacak bir iş” gibi görünmüyor bu bana. “Ne alaka, benimle ne işleri olur?” diyemiyorum.
Sebep mi? Bilmem ne gün yazdığın şu yazındaki şu cümle... Bilmem neredeki sunumunda ettiğin şu laf... Ya da dinliyorlarsa, şu tarihte yaptığın telefon konuşmanda kullandığın şu ifadeler... Arayan bulur! “Türkiye bir hukuk devletidir” demekle hukuk devleti olunmuyor ki!
Sivri çıkışları olmayan, olaylara makro açıdan bakan, nefret söylemlerinden kaçınan, nesnel kalmaya çalışan ve hiç gözaltına alınmamış biri olarak bu hissettiğim endişe paranoya olsa keşke! Ya da “galiba kendimi fazla önemsiyorum” deyip bildiğim gibi devam edebilsem hayata.
Gözaltı ve tutukluluk süreleri... Masumiyet karinesinin bilerek, isteyerek delik deşik edilmesi ve buna karşı bir şey yapılmıyor olması... Delillerin elde ediliş biçimi ve güvenilirliği... En rahatsız edici olansa, vicdanları esir almış olan “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” kafası! Öyledir ama, “tepenizdeyiz hissi” böyle yaratılır...
Korkacak ne varmış diye sormuyorlar mı bir de? Mesele endişeli modern meselesi değil. Keşke o kadar basit olsaydı. Mesele şu ki; daha iyi bir Türkiye’ye “kaygısızlarla” varılamayacağı belli oldu artık.
Baksanıza... Darbe yapma niyeti taşıdığı iddia edilen insanlar bin gündür tutuklu. Henüz bir hüküm yok. 12 Eylül’de darbenin hasını ya da 28 Şubat’ta post modernini yapmış olanlarsa serbest.
Gerçekleşmeleri es geçip, ihtimallere odaklanan adalet sistemi bir gün herkesi vurabilir. Sistem gerçek suçluyu usulüne uygun biçimde, özenle ve dikkatle ayıklamıyorsa kendinizi güvende hissedebilir misiniz?
Güven yoksa tehlike büyüktür.