Hikaye neydi? Kamuya ait şirketler yolsuzluklara açıktı. Özel sektör şirketleri ciddi biçimde denetlendikleri için bu tip şeylere izin vermezlerdi. Özelleştirmeler bu açıdan önemliydi. Kamu şirketleri özel sektöre geçmeye devam etmeliydi.
2001’de Enron bombası patlayınca ciddi bir tereddüt yaşandı tabii. Halka açık bir özel şirkette usulsüz işlemler yapılmış, olmayan kar varmış gibi gösterilmişti. Tezgah ortaya çıkınca da ABD tarihinin o güne kadarki en büyük iflası gerçekleşti. Kıyamet koptu.
Şirket resmen kendi üst düzey yöneticileri tarafından soyulmuştu. En yüksek ücreti alan 200 üst düzey yöneticinin şirkete maliyeti 1,4 milyar dolara ulaşmıştı. Oysa üç yıl önce 1998’de bu miktar sadece 200 milyon dolardı.
O gün bugündür benzer başka örnekler de yaşandı. Milyon dolarlara odalarını dekore eden, yüz bin dolarlık doğum günü partilerini şirkete fatura ettiren, anormal pahalı kontratlarla dışarıdan hizmet alan üst düzey yönetici hikayeleri devam edip gitti.
Bu çılgınca kazanan-harcayan yöneticilerin hırsı son küresel krizi besleyen nedenlerdendi aslında. Basit olarak ifade edersek, çılgınca kazanmak için olmayacak riskler almak gerekiyordu. Geleneksel getirilerle bu kazanç düzeyi tutturulamıyordu. Bazen hesaplarla oynamak da işe yarıyordu.
Geçen hafta kötü sürpriz Japonya’dan geldi bu kez. 92 yıllık şirket Olympus’un on yıllardır muhtelif muhasebe teknikleriyle bir takım zararları gizlediği anlaşıldı. Skandal, bu uygulamaları sorgulayan bir üst düzey yöneticinin işten atılmasıyla patlak verdi. Zararların 1 milyar doları bulabileceği söylendi. Şirketin hisse değeri yüzde 80 düştü.
Bugünün dünyasında başka Enronlar, başka Olympuslar yoktur diyebilir misiniz?
Hikaye neydi? Kriz ABD kaynaklıydı, 200-300 milyar dolarlık bir büyüklükteydi. Çok da önemli değildi. Avrupa Merkez Bankası Başkanı resmen burnundan kıl aldırmıyordu. Faiz indirmeye bile gerek görmüyordu. Avrupa sağlamdı.
Önce küçük İzlanda, ardından İrlanda gitti. Sonra Belçika dedikodusu çıktı. Sonra küçük Yunanistan battı. Biraz daha iri Portekiz potaya girdi. İspanya bir sallandı şöyle. Şimdi herkes İtalya’yı konuşuyor. Dolayısıyla yakında Fransa’yı konuşacak çünkü Fransız bankalarının elinde bol miktarda İtalyan tahvili var! Yaklaşık 300 milyar Euroluk... Bu arada Avrupa Merkez Bankası piyasaya destek olmak için İtalyan tahvili almakla meşgul!
Bunların hepsi topu topu 3 yılda oldu. Gerekli tasarruf tedbirleri zamanında alınamadığı için bu noktaya gelindi. Siyasetçiler fütursuzca halının altına süpürmeye devam etti. Her şey normalmiş gibi devam ettiler. Seçmen de böyle siyasetçiler istedi.
Borçla gelen zenginliğin sürdürülebilir olmadığını iddia edenler yadırgandı. Yakalanan refah standardından geri adım atmak kolay değildi. Büyük rakamlar havada uçuşurken fedakarlığın lafını bile duymak istemiyordu insanlar. Gittiği yere gidecekti.
Şimdi siyasi fatura çıkıyor, istifalar geliyor. İşin garibi artık teknokratlardan medet umuluyor. Örnek gösterilen Avrupa demokrasisinin son hali!
Bir tek büyük ağabey Almanya sağlam görünüyor. Şimdilik! Birliğe sahip çıkmaya çalışıyor.
İtalya’nın borcu 1.9 trilyon euroya yakın... Sadece 2012’de vadesi gelecek borç 300 milyar Euro civarında. Euro’ya geçtiği 1999’dan bu yana sadece yüzde 8 büyüdüğü için borç şiştikçe şişti.
Bu krizin başında “batırılamayacak kadar büyük” oldukları için ABD’de bazı şirketler kurtarılmıştı. İtalya ise “kurtarılamayacak kadar büyük” görünüyor maalesef! İtalya böyleyken etrafta başka İtalyacıklar yoktur diyebilir misiniz?
Hikaye ne? Türkiye sağlam duruyor. Yüksek seyreden enerji fiyatlarına, içeride yükselen faizlere, giderek artan küresel ve bölgesel risklere rağmen büyümeye devam ediyor. Bu hikaye 2012 yılında esaslı bir testten geçecek. Umarız sonu öbür hikayelere benzemez.