Dünkü "Hürriyet"in baş sayfasında "AB yolunda Türkiye manzarası" başlığı altında yayımlanan bir resim, AB üyeliği ile ilgili olarak haftalardan beri tartışılan siyasi engelleri dahi ikinci plana itecek kadar anlamlı ve düşündürücüdür.
Resimde Burdur - Antalya karayolunda giden 1978 model bir Murat - 124’ün hali görülüyor. Tam 11 kişinin doldurduğu otomobilin bagajında iki kadın var. Onlar da bagaj kapağını, kafalarına vurmasın diye, elleri ile tutuyorlar!
Bunun AB ile ne alakası var diye düşünebilirsiniz.
Tabii, AB’yi sadece bir ekonomik birlik veya bir ortak pazar olarak görürseniz, bu soruyu sormakta haklısınız.
Ama AB, bunun çok daha ilerisinde olan bir topluluk. AB bir ekonomik ve siyasal birliktir (ve şimdi askeri bir boyut da kazanmak üzeredir). Ancak onu diğer uluslararası örgütlerden farklı kılan bazı özellikleri vardır. AB’nin standartları, normları, bir çağdaşlık anlayışı, hatta bir yaşam şekli ile sıkı sıkıya bağlıdır.
Bu standartlar, hukuktan maliyeye, tarımdan çevreye kadar üye ülkelerin günlük yaşamını etkileyen bir kurallar düzenine dayanır.
Örneğin, tarımdan trafiğe kadar çeşitli alanlarda belirli bir standardizasyona uymak zorunluluğu vardır. Üyelerin veya üyelik yolundaki aday ülkelerin, bunun gereklerini yerine getirmemesi (hele "bizde şartlar farklıdır" gerekçesi ile buna karşı çıkması) söz konusu olamaz...
***
DOLAYISI ile Türkiye gerçekten AB’ye girmeye kararlı ise, bunun "bilumum" yükümlülüklerini de düşünmek zorundadır.
"Hürriyetöteki resim - ve de başlık - bu bakımdan sembolik bir örnek olarak ele alınmalıdır.
Türkiye’nin AB ile (şu sırada çok arzuladığı) "üyelik müzakere süreci"ne oturabilmesi için, "olmazsa olmaz" sayılan bazı temel siyasi kriterleri benimsemesi şart. Bu bağlamda haftalardır idam ve anadil sorunlarını tartışıp duruyoruz (ve maalesef hâlâ yerimizde sayıyoruz)... Bu tartışmalar öyle bir hava yarattı ki, vatandaş sanki bu yasal düzenlemeler yapılırsa, yol açılacak, müzakere tarihi (hatta üyelik takvimi) belirlenecek sanıyor. Yolun açılması için elbet bu şartlar yerine getirilmeli. Ancak daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi, bunun yanında AB standartlarına ulaşmak için gerekli başka siyasal reformları da yaşama geçirmek şart. Ekim ayındaki İlerleme Raporu’na kadar bunlar gerçekleşirse, kısa vadedeki hedefe (yani üyelik müzakereleri tarihinin tespiti amacına) aralık ayında Kopenhag zirvesinde ulaşmak mümkün olabilir.
Ama şunu da bilelim ki, üyelik yolunda Türkiye’nin çok köklü ve geniş çaplı bir değişim sürecine girmesi gerekecek. "Hürriyetöteki resimde görülen türden manzaraların da değişmesi gibi...
***
TÜRK halkı (ve hatta yöneticiler) bunun tam farkında mı?
Son yapılan bilimsel anketler, AB konusunda büyük bir bilgi eksikliğinin bulunduğunu ortaya koyuyor.
Tüm kamuoyu araştırmaları, halkın büyük çoğunluğunun Türkiye’nin AB’ye girmesini istediğini doğruluyor. İMPUT araştırma şirketinin son anketine göre, bu oran yüzde 64 civarında. (İstemeyenlerin oranı ise yüzde 28)... Ama aynı araştırma, toplumun AB hakkında ne kadar az veya yanlış bilgi sahibi olduğunu da ortaya koyuyor. Çoğu Türk insanı da AB’yi, sadece ekonomik - özellikle iş olanakları - sağlayacak bir araç olarak görüyor...
Milli Güvenlik Kurulu’nun son bir anketi de aynı gerçekleri sergiliyor. AB üyeliğini arzu edenlerin oranı yüzde 72... Ama "AB’nin ne olduğunu biliyor musunuz" sorusunu doğru yanıtlayanların oranı ise sadece yüzde 2...
Geçen hafta bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, AB’yi her şeyden önce Türk halkına doğru dürüst tanıtmak gerekiyor. AB’nin aynı zamanda, uyulması zorunlu olan bir düşünce ve yaşam şekli olduğunu da bilhassa belirterek...