ABD başkenti Washington hiç böyle bir görüntü sergilememişti.
Kentin merkezi silahlı 20 bin askerin kontrolünde. Beyaz Saray’dan Kongre’ye kadar bütün kamu binalarının etrafı demir bariyerlerle çevrili. Birçok cadde trafiğe kapalı, yayalar da denetime tabi.
“Washington Post”un deyişiyle, başkent bir “savaş alanı”nı andırıyor.
Yeni Başkan Joe Biden’ın yarın göreve başlaması münasebetiyle düzenlenecek tören öncesinde, başkentin bu hali yürekler acısı.
Bu kadar sıkı güvenlik tedbirlerine rağmen, ABD’deki iktidar değişikliğinin olaylı mı, olaysız mı geçeceğini Amerikalılar gibi bütün dünya merakla bekliyor.
Bu hale nasıl gelindiği ise malum: 6 Ocak’ta ABD’nin çeşitli bölgelerinden gelen birkaç bin militan, Başkanlık seçimlerinin sonucunu protesto etmek için Washington’da toplanıp Kongre binasını bastı. Güvenlikteki zaaf ve yetersizlik sonucu protestocuların bu beklenmedik eyleminin bir “kalkışma” girişimine dönüşmesi, ABD’yi derinden sarstı. Bu büyük siyasi depremin artçı sarsıntıları hâlâ devam ediyor.
Sorumlu kim?
ABD gibi bir ülkede durup dururken böyle bir kalkışma olmaz. Washington’u bu hale düşüren ciddi nedenler var tabii.
Bu hafta, son zamanlarda çatışma ve gerginliklere sahne olan Türkiye’ye komşu iki bölgeyle ilgili bazı umut verici haberler geldi.
Bu bölgelerden biri, Azerbaycan ile Ermenistan askeri güçlerinin çatıştığı Dağlık Karabağ’ın yer aldığı “Kafkasya cephesi”dir. Azeri zaferinden ve ateşkesten sonra iki hısım ülkenin liderleri, Aliyev ile Paşinyan, Rusya Devlet Başkanı Putin’in ev sahipliği yaptığı bir zirvede, ilk kez yan yana masaya oturup bundan sonraki süreçle ilgili meseleleri görüştüler.
Diğer bölge ise, haftalardır tansiyonun tırmandığı, Türk ve Yunan güçlerinin çatışma noktasına geldiği “Ege cephesi”dir.
Bu krizi yatıştırmak için devreye giren AB ve NATO’nun başarısız kalan çabalarından sonra, nihayet Türk ve Yunan hükümetleri, anlaşmazlıklarını görüşmeye karar verdiler.
“İstikşafi” denilen bu müzakere süreci 25 Ocak’ta İstanbul’da başlayacak.
***
Moskova’daki üçlü zirvenin amacı, savaşan iki tarafın liderlerini bir araya getirmek, bu arada ateşkesin yanı sıra, ekonomik ve teknik ağırlıklı birtakım konuları, projeleri görüşmekti. Ortak bildiriye göre bunlar üzerinde mutabakat sağlandı.
Ancak bu Zirve’nin siyasi bakımdan anlam ve önemi var:
ABD Kongresi’nin baskına uğradığı 6 Ocak’tan beri hep Amerika ile kalkıyor, Amerika ile yatıyoruz.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, bizde de bu dramatik olayın ışığında, ABD’deki gelişmeler, sabah akşam, bütün detaylarıyla konuşuluyor.
Bir kalkışma olarak algılanan bu beklenmedik hadiseye yol açan koşullar, Başkan Trump’ın kışkırtmalarının rolü, saldırganların kimliği ve amaçları, bu teşebbüsün ABD’nin imajına etkileri enine boyuna değerlendiriliyor.
Daha bitmedi: Konu aynı hararetle gündemde. Yeni Başkan Joe Biden’ın iş başına geçeceği 20 Ocak’a kadar daha çok şey bekleniyor. Özellikle Trump’ın siyasi akıbeti, azledilmesi olasılığı devam eden ilginin odak noktası.
Bazıları bu ilgiyi aşırı buluyor; “Bunlardan bize ne?” diye kızanlar dahi var.
İlk bakışta, dıştaki olayların yüzeysel şekilde izlendiği bir ortamda, ABD’deki seçimlere ve seçim sonrası gelişmelere bu kadar odaklanmış olmak şaşırtıcı gelebilir. Amerika olunca, iş başka oluyor sanki. Bunun nedeni de incelenmeye değer.
Kongre baskınının olağanüstü ilgi görmesi doğal. Bu saldırının ABD gibi “demokrasi havarisi” rolündeki bir ülkede gerçekleşmesi çok önemli ve anlamlı. Yani darbelere alışık ülkelerden çok farklı. Kaldı ki ABD dünyanın bir numaralı süper devleti: Oradaki olayların etkisi küresel çapta her yerde hissedilir. Bu yüzden Washington’da olup bitenlerin iyi izlenmesi gerek.
Bunun dışında, ABD’ye özgü nedenler de var: En önemlisi, ABD’nin
6 Ocak 2021 ABD tarihine bir “kara gün” olarak geçecek.
O gün, ABD’nin demokrasi beşiği ünlü Kongre binası binlerce göstericinin saldırısına uğradı.
Demokrasi ve özgürlük sorunu yaşayan ülkelerde meclisin zaman zaman protestocular tarafından basıldığı görülmüştür. Washington’da Kongre’ye karşı böyle bir eylemin ilk kez gerçekleşmiş olması, saldırganların güvenlik hattını aşıp kapıları, camları kırarak toplantı salonunu işgal etmesi, gerçekten ABD için çok trajik bir olay.
Olayın en anlamlı yanı ise, bunun ülkenin çok köklü bir değişikliğe sahne olması, diğer bir deyişle, artık “başka bir ABD” realitesinin ortaya çıkmasıdır.
Aslında bir süreden beri Amerika Birleşik Devletleri’nin eskisinden farklı bir yola girmekte olduğu görülüyordu. Özellikle Donald Trump’ın başkanlığında ülkede ve Washington’un politikalarında çok şey değişmiştir. Geçen yılın sonlarında “seçim sathı mailine” giren ABD’de Trump’ın davranışı bu değişiklik akımına hız kattı.
Kongre’nin basılması olayını bu çerçevede değerlendirmek gerek. Pek çok analistin Trump’ı sorumlu görmesi, bunu Amerika’nın siyasi hayatında bir milat olarak nitelendirmesi boşuna değil.
TRUMP TRAVMASI
Kongre’ye saldırı noktasına nasıl gelindiği belli: Seçimleri kaybettiğini bir türlü kabul etmeyen ve yeni Başkan seçilen Biden’ın yolunu kesmek için elinden geleni yapan Trump’ın son günlerde yaptığı provokatif konuşmalar, Cumhuriyetçi taraftarlarını galeyana getirmiş, birtakım fanatik destekçilerini böyle bir eyleme sevk etmiştir. Başkan’ın tutumu, saldırının güvenlik güçleri tarafından durdurulmasına da imkân verememiş, sonuçta Kongre’nin işgal edilmesi gibi çok utanç verici bir tablo gözlerin önüne serilmiştir.
Türkiye yeni yıla ilişkilerde geniş kapsamlı bir açılım hazırlığı içinde girdi.
Ankara son zamanlarda yaptığı değerlendirmelerde, aralarında müttefiklerinin de bulunduğu birçok ülkeyle münasebetlerinin kötüye gittiği ve ortaya çıkan sorunların ciddi gerginliklere yol açtığı noktasından hareket ederek, ilişkilerin düzeltilmesi için, artık yeni bir girişime ihtiyaç olduğuna karar vermiştir.
Bu konuyla ilgili eylem planı, yeni yılın ilk günlerinden itibaren hayata geçirilecek. Türk diplomasisi, bir yandan Batılı müttefikleri nezdinde atağa kalkarken, diğer yandan yakın bölgesinden de birtakım açılımlarda bulunmayı planlıyor.
Ankara’nın bu dış politika hamlesinin önümüzdeki günlerde ve haftalarda nasıl gelişeceğini şimdiden kestirmek zor, ancak böyle yeni bir çabaya başvurulması dahi önem taşıyor.
Batı cephesinde
Yeni açılımın ilk adresi, ABD’yi ve AB’yi kapsayan “Batı cephesi”dir.
Ankara, 20 Ocak’ta iş başına gelecek olan Biden yönetimiyle yapıcı bir müzakere sürecine hazırlanıyor. Amaç, son zamanlarda ilişkilerde büyük sıkıntı yaratan bir dizi ikili soruna çözüm bulmak, resmi ağızların deyişiyle iki ülke arasındaki münasebetlerde “yeni bir sayfa” açmaktır. Bu bağlamda uyuşmazlık konuları üzerinde müzakere süreçleri başlayacak, örneğin S-400’ler meselesinin ortak bir komisyonda görüşülmesi sağlanacak.
AB ile ilişkilerde de “
Yılbaşı geldi mi, herkes merakla sorar: Bu sene nasıl geçecek? Yurtta ve dünyada neler olacak? Gerginlikler ve çatışmalar devam mı edecek, yoksa barış ve huzur hâkim olacak mı?
Senenin ilk gününde, neler olabileceğin konusunda tahminler yürütmek âdettendir. Biz de bu köşede bunu hep yapmaya çalıştık. Genelde geleceğe yönelik yapılan tahminler siyasi gelişmelerle ilgili. Oysa insanların hayatında her şey siyasetten ibaret değil.
Evet, siyasi olayların etkinlik alanı çok geniştir ama geldiğimiz noktada, siyasetten başka faktörlerin de artık devreye girdiği görülüyor. Hatta günümüzde, bu faktörler, siyasetten de daha önemli ve öncelikli bir yer alıyor.
Dolayısıyla, 2021’de neler olabileceği sorusunun yanıtını bu önemli ve öncelikli faktörleri dikkate alarak vermek gerek.
Bu bağlamda en az üç faktör sayabiliriz:
1) Önce sağlık
Koronavirüs salgını bütün insanlığa sağlık konusunun her şeyden önce ve her şeyin üstünde önem taşıdığını öğretmiştir. Bu, insanoğlunun hayatta kalması, yani bekası meselesidir. Onsuz hiçbir şeyin kıymeti olmaz.
Geride bıraktığımız yıl bu konuda çok acı tecrübeler yaşandı. Bunlardan biri de gelişmiş sayılan ülkelerin dahi sosyal sağlık alanında gerekli altyapıya sahip olmadıkları ve virüse karşı savaşta perişan durumuna düştükleridir.
Her sene sonu, Türk dış politikasının o yılki başlıca özelliğini tek kelimeyle ifade etmeye çalışırım. Örneğin, 2019 senesini dış ilişkilerde bir “Atak Yılı” olarak neticelen- dirmiştim. 2018 için “Atılım Yılı” demiştim. Daha önceki yıllar için de “Gerginlik Yılı”ndan “Yeni Yöneliş Yılı”na kadar, çeşitli başlıklar kullanmıştım.
Sona ermek üzere bulunan 2020 için “Yayılma Yılı” sıfatının uygun düşeceğini düşünüyorum. Bundan kastedilen de, biraz daha uzun bir ifadeyle, Türkiye’nin dış politikada bu yıl içinde faaliyet ve nüfuz alanını bölgesel ve küresel çapta genişletmesidir.
Konunun detaylarını girmeden önce, şunu belirtmek gerek: Dış politikadaki olaylar, daha pek çok şey gibi, durup dururken birdenbire gerçekleşmez. Sonuç olarak görünen bir gelişmenin mutlaka bir evveliyatı vardır. Bu bir zincirin halkaları gibidir. Dolayısıyla, 2020’nin özelliğini oluşturan “yayılma” olayı, daha önceki yıllarda oluşmaya başlayan bir zincirin artık belirgin hale gelen son halkasıdır. Nitekim yıl sonu yazılarımda o tek kelimelik sıfatlar (atılım, atak gibi) daha önceki yıllarda başlayan bir yönelimin ve gelişme sürecinin sonucudur.
***
2020 yılında Türk dış politikasının performansı, ortaya koyduğu hedefler, üstlendiği roller ve kazandığı etkinlik bağlamında, şöyle bir tablo sergiliyor:
- “Mavi Vatan” doktrini: 2020 yılının Türk dış politikası açısından en dikkati çeken olayı, “Mavi Vatan” diye adlandırılan hamledir. Türkiye bu yeni konseptiyle Doğu Akdeniz’de kendi egemenliği altında yetki alanları belirlemiş, yeni bir harita ortaya koymuştur.
Bunun sınırları Libya’ya kadar uzanırken, bir yandan da Ege’nin statüsü ve ayrıca Kıbrıs sorununun çözüm şekli de gündeme getirilmiştir. Ankara bu hamleyi gerçekleştirirken, egemenlik hakkı, uluslararası hukuk gibi tartışmaya yol açan argümanlar ortaya koymuş, bunları savunurken, “güç politikası”nı uygularken de diplomasi ve müzakere kapılarını açık tutmuştur.
- Yeni Etkinlik Alanı: Türk dış politikasının yıl içindeki girişim ve atılımları sonucunda, siyasi ve askeri etkinlik alanı Suriye’den Libya’ya, Somali’den Kafkasya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki ve Kuzey Irak’taki varlığı pekişmiş, Libya ile imzalanan anlaşmalara nüfuz alanı Kuzey Afrika’ya kadar uzanmış, Kıbrıs etrafında ve Ege’de girişilen sismik araştırmalarla bu bölgeler kontrol altına alınmış, Katar ve Somali gibi ülkelerle kurulan sıkı işbirliğiyle o bölgelerde de bir varlık kurulmuş, Dağlık Karabağ savaşında Azerbaycan’a sağlanan destekle elde edilen zafer sayesinde, Kafkasya’dan Orta Asya’ya ilerleme yolu açılmıştır.
Türkiye’nin yıllar boyunca dış politika kullandığı enstrümanlardan biri de “jeostrateji kartı”dır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş sonrasına kadar yakın tarih Türk diplomasisinin bu alandaki hünerinin ve başarılarının sayısız örnekleriyle doludur.
Ankara geçmişte olduğu gibi günümüzde de dış ilişkilerinde jeostratejik avantajını kullanmaya özen göstermektir.
Tabii, Türkiye’nin elindeki bu kartın değeri ve etkinliğinin derecesi, hangi ortamda, ne şekilde kullanıldığına göre değişiyor. Bunu incelemeden önce, jeostratejik faktörünü oluşturan başlıca unsurları kısaca değinelim:
Kuşkusuz coğrafi durum bu elemanların başında gelir.
Türkiye, bu bakımdan müstesna bir konuma sahiptir. Ülkemizin her zaman önem taşıyan bir bölgede hem Batı’da hem Doğu’da, hem Kuzey’de hem Güney’de yer alması, onun uluslararası platformdaki değerini hep yüksek tutmuştur. Tük diplomasisi bunun bazen sıkıntı yaratmasına rağmen, avantajını da kullanmıştır.
Gerçekten Türkiye coğrafi konumu sayesinde, jeostrateji kartını oynamaya en müsait ülkelerden biri olmuştur. Komşu sayılan ülkeler dahi, bu konuda Türkiye kadar şanslı sayılmazlar.
Avantaj sağlayan faktörler listesine, coğrafyanın yanı sıra, tarih, kültür, askeri güç, ekonomik potansiyel, siyasi etkinlik gibi elemanları eklemek gerek.