Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN


BAŞBAKAN Mesut Yılmaz'ın, yeni AB stratejisi ile ilgili açıklamasını, Dışişleri Bakanı, hükümet mensupları ve ilgili kurumlarla danışmadan yaptığı şimdi açıkça anlaşılıyor.
Yılmaz, Türkiye'nin AB ile bütünleşme sürecini bir takvime bağlama konusundaki ısrarından vazgeçtiğini belirten sözlerini, Kazakistan gezisinden dönerken, uçakta gazetecilerle sohbeti sırasında söyledi.
Öylesine önemli bir açıklamanın, bu şekilde ayaküstü yapılması aslında yanlış. Liderlerimiz her nedense bu huylarından vazgeçmiyorlar!
Ortada danışılarak belirlenen yeni bir strateji olmadan, bir soruya cevaben söylenen birkaç cümle, zihinleri karıştırmış bulunuyor.
Bir görüşe göre,
Türkiye artık AB politikasını temelinden değiştirmek üzeredir. Tam üyelik bu aşamada esas hedef olmaktan çıkıyor. Ankara "Gümrük Birliği artı bazı avantajlar" sağlamakla yetinecektir...
Diğer bir görüşe göre ise, AB ile bütünleşme hedefinde bir sapma yoktur. Ama tam üyelik de bu yakınlarda gerçekleşemeyeceğine göre, bütün çabalar AB ile bağları pekiştirmeye yönelik olacaktır...
* * *
BAŞBAKAN henüz uçaktaki birkaç sözüne açıklık getirecek bir beyanda bulunmadığı için, bu konudaki farklı yorumlar devam ediyor.
Yılmaz'ın bu sözleri söylediği gün, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Bonn'da Alman meslektaşına Türkiye'nin tam üyelik konusundaki kararlığını dile getiriyordu. Tıpkı daha önceki günlerde İtalyan, Lüksemburg ve Fransız Dışişleri Bakanlarını ikna etmeye çalıştığı gibi...
Cem ile dün yaptığım sohbetten edindiğim izlenim, kendisinin ve Dışişleri Bakanlığı'nın eski tutumunu ve çabalarını sürdürmeye kararlı olduğudur.
Eğer bu yaklaşım farkı - veya daha açıkçası bu çelişki - bir an önce giderilmezse, Türk kamuoyuna da, AB'ye de yanlış mesajlar verilmiş olacaktır.
Bu olayda birinci hata, yeni ortaya konan tavrın, ilgililerle iyice tartışılmadan, danışılmadan ve bir karara bağlanmadan ilan edilmesidir. İkinci hata da, yeni taktiğin durup dururken ve AB üyeleri ile yoğun temaslar yapılırken (ve de Almanya ziyareti öncesi) açıklanmasıdır ki bu da doğrusu Türkiye'nin pazarlık pozisyonunu zayıflatabilir...
* * *
ÖNCEKİ günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, Yılmaz'ın söyledikleri, aslında Türkiye'nin AB politikasında köklü bir değişiklik anlamına gelmiyor. Nitekim, AB ile bütünleşme hedefinde bir sapma söz konusu değil. Düşünülen taktik değişiklik, gerçekleri (bu arada AB'nin bugünkü hali ile Türkiye'yi ilk sıradaki adayların arasına almak niyetinde olmadığını) dikkate alıyor.
Yılmaz'
ın (kafasında ne kadar ayrıntılı ve net olarak belirlediğini henüz bilemediğimiz) düşüncesini biz şu şekilde algılıyoruz:
* AB, Türkiye'yi genişleme stratejisi içinde kabul etsin. Bunun pratikteki anlamı şu: AB "ilk dalga"da, 6 ülke ile tam üyelik müzakerelerini başlatacak. Türkiye'nin bunun içinde yer alması imkansız. Bunu zorlamanın da (ve böyle beklentiler yaratmanın da) hiçbir yararı yok. Ama Türkiye "ikinci dalga"daki 5 ülkeye eklenmelidir. Diğer bir deyişle daha uzun vadedeki tam üyelik müzakeresi sürecinin dışında bırakılmamalıdır. Böylece Türkiye'nin "AB perspektifi" canlı kalacak, ülke kendisini AB standartlarına yükseltme çabalarını sürdürecektir.
* AB perspektifi verildikten sonra, Türkiye müzakere sürecinin hemen bir takvime bağlanması konusunda ısrarlı olmayacaktır. Diğer adaylarla eşit muamele görmek talebinde de bulunmayacaktır. Ama buna karşılık, Türkiye, AB ile bağlarını pekiştirecek bir programın uygulanmasını isteyecektir...
* * *
BÖYLE bir taktik değişiklik dahi, her şeyden önce Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve diğer kurumlar arasında tam bir koordinasyon - ve de ortak bir dil - gerektiriyor.
Şu ana kadar bunun gerçekleşmediğini görüyoruz.
Bunu sağlamak, Başbakan'ın öncelikli işlerinden biri olmalıdır.




Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr