Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Boğaziçi Üniversitesi'nin düzenlediği "Kıbrıs'ın Avrupa Birliği Üyeliği" başlıklı uluslararası konferansta, AB yetkililerinden malum görüşü bir kez daha dinledik: Yıl içinde çözüm olsun veya olmasın, aralık ayında zirvede Kıbrıs'ın (gerçekte Güney Kıbrıs'ın) üyeliği karara bağlanacak.
AB yöneticilerinin son zamanlarda sık sık sergilediği bu kesin tutumda henüz bir yumuşama veya esneklik yok. Nitekim bu tavır, konferansa da yansıdı...
* * *
AB, Kıbrıs Rum yönetimi üyelik müzakerelerine oturduğu günden beri, hep şu görüşü savunmuştur: Adanın bir bütün olarak üye olması, özellikle Türk tarafının yararına olacak, Türkler ekonomik ve sosyal olarak çok hızlı biçimde kalkınıp Güney'deki düzeye ulaşabilecek. Tabii bunun için iki tarafın bir çözüm üzerinde anlaşması gerek. Bu çözümün, sağlanmasında Ankara'nın da faal bir rol oynaması, Türkiye'nin çıkarına olacak, bu onun AB üyeliğini de kolaylaştıracak...
Konferansta AB Komisyon üyesi Martin Harvey, aynı mesajı vermeye çalıştı. Harvey, Türklerle Rumların varacağı mutabakat ne olursa olsun (federasyon, konfederasyon, ortaklık, vs) AB için geçerli sayılacağını belirtti. Yeter ki, anlaşsınlar, dedi.
Ama Harvey de, diğer AB yetkilileri gibi, anlaşma sağlanamadığı takdirde AB'nin "genişleme" politikası çerçevesinde Kıbrıs'ı var olan şekli ile kabul edeceğini de söylemekten çekinmedi. Avrupa Parlamentosu üyesi Clement Dodd da, "bir yandan havucu, diğer yandan sopayı" gösteren bir üslup içinde, eğer Türk tarafı uzlaşmaya yanaşmazsa "Kıbrıs'ın üyeliğinin gerçekleşmesinden sonra, Türklerin Kuzey'i terk etmeye başlayacağını" ileri sürdü...
Tabii Türk konuşmacılar, AB'nin bu tavrının yol açabileceği sonuçlara dikkati çekmeye çalıştı. KKTC Cumhurbaşkanlığı Müsteşarı Ergun Olgun, bu durumda adada iki ayrı devletin var olacağını ve Kıbrıs Türklerinin "kendi yollarında" yürüyeceklerini söyledi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Akın Alptuna da, Türk tarafının her ne pahasına olursa olsun (yani sadece AB üyeliği uğruna) kötü bir çözümü kabul edemeyeceğini belirtti ve "kötü bir çözüm, çözümsüzlükten de kötüdür" diye konuştu...
* * *
EĞER AB, gerçekten Kıbrıs'ın üyeliği "hedef"inin adada bir çözüm için en etkin "teşvik" olacağı, yani kendisinin bu yönde bir "katalizör" işlevini göreceği inancı ile yola çıkmışsa, bugün hangi noktaya gelindiğini daha gerçekçi bir şekilde değerlendirmek durumundadır.
AB'nin Kıbrıs'a vermeye hazırlandığı üyelik "primi"nin şu ana kadar çözüme katkıda bulunduğunu söylemek zordur. Nitekim Klerides yönetimi "çözüm olsa da olmasa da üyelik tamam" güvencesi - ve güveni - ile hareket ediyor. Kuşkusuz çözüm olsa ve ada bir bütün olarak AB'ye girerse Türk tarafının çok büyük kazanımları olacak. Ancak şu da bir gerçek ki, Türk tarafı önceliği (bu avantajlardan da önce) kendi "güvenliğine" veriyor. Bu nedenle "eşit statüde bir ortaklık" öneriyor.
AB'nin "iki taraf neye karar verirse bizim kabulümüzdür" demesi yetmiyor. Acaba AB daha aktif olarak devreye giremez mi? Çözüm için bir rol oynayamaz mı?
Konferansta bu da tartışıldı. Yabancılar dahi, AB'nin böyle bir yeteneğe veya güce sahip olmadığını kabul ettiler. London School of Economics'ten Prof. William Wallace espri ile karışık şu öneriyi ortaya attı: "En iyisi bu işi bir Norveçli ele alsın"...
Norveç'in AB üyesi olmadığını, Oslo'nun da Ortadoğu'daki barış sürecinin başladığı yer olduğunu hatırlatalım.
Norveç değil, ama - bir Türk diplomatının da belirttiği gibi - galiba sonunda ABD'nin ağırlığını koyması gerekecek... Ne var ki, ABD de şu sırada Ortadoğu ile çok meşgul...