Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün AB merkezini ziyaret etmek üzere Brüksel’e hareketinden önce söyledikleri, olayın anlam ve önemini açıkça ortaya koyuyor: “AB’yi ilk kez bir Türk Cumhurbaşkanı ziyaret ediyor. Türkiye’nin AB’ye verdiği önem, süreklidir. Türkiye’nin bütün standartlarının AB standartlarına çıkması Türkiye’nin birinci konusudur. Bu sadece dış politika konusu değil, Türkiye’nin topyekûn konusudur. Türkiye’nin diğer meseleleri zaman zaman öne çıkarsa da AB ile tam üyelik yolunda ilerlemek, Türkiye’nin daima birinci maddesidir”...
Bu sözler de dikkate alındığında Cumhurbaşkanı’nın bu ziyaretini, AB ile ilişkileri, uzunca bir durgunluk döneminden sonra, yeniden canlandırma kararlılığının işareti saymak mümkün,
Gerçekten son 3-4 yıl boyunca Türkiye, daha önceki yılların aksine, “AB heyecanı”nı kaybetti. Hükümetin “reform hızı” kesildi, Gül’ün sözünü ettiği standartlara ulaşma yolunda ciddi bir çaba harcanmadı. Siyasilerin dikkatleri başka meselelere kayarken, kamuoyu da AB ile ilintili meselelere ilgisiz kaldı. Bu arada dış politika da AB adeta gündemden düştü, ilgi bölgesel konular üzerine odaklandı...

Durgunluğun nedenleri
BU duruma gelinmesinde kuşkusuz Türkiye’nin olduğu kadar AB’nin de payı var.
Türkiye’nin tavır değişikliği konusunda çeşitli nedenler akla geliyor: Bunlardan biri, Türkiye’de özellikle 2007’den itibaren siyasi çalkantıların ve krizlerin, siyasi reformların yapılmasına imkân bırakmamasıdır. Diğer bir faktör de iktidar partisinin, kendi iç dinamiklerinin etkisiyle, ciddi reformlar yerine, kendi ajandasındaki bazı maddeler üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu arada, muhalefet partilerinin ve bazı devlet kurumlarının da yapılması gereken işler konusunda çaba harcamadıklarını eklemek gerek.
Buna karşılık AB de Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlamasından sonra, gereken iyi niyeti ve kararlılığı göstermedi. Bazı ülkeler Türkiye’nin tam üyeliğine açıkça karşı çıktı. AB kurumları bazı üyelerin engellemeleri ile sürecin yavaşlatılması karşısında, Türkiye’nin reform ve diğer yükümlülüklerini yerine getirmemesini bahane olarak kullandı.
Kısacası, Türkiye-AB ilişkilerinin hareketsizlik dönemine girmesinde iki tarafın da kendilerine göre nedenleri var. Ama sonuçta gerçekten ilişkiler tıkanmış, bir kısır döngüye girmiştir. Bu arada tabii önemli olan, Türkiye’de reform rüzgârının kesilmesi, çağdaşlaşma hedefinin ve “AB vizyonu’nun sarsılmamış olmasıdır.

Canlandırmanın yolu
Ne var ki, son zamanlarda hükümet “AB’ye dönüş” niyetini gösteren bazı işaretler vermeye başladı. Bu yönde atılan adımlardan biri, AB ile ilgili bir devlet bakanlığının kurulmasıdır. Başbakan’ın geçen ocak ayında AB’yi ziyaret etmesi diğer bir gelişmedir. Ve şimdi Cumhurbaşkanı’nın ziyareti, Türkiye’nin AB konusunu yeniden gündeminin başına aldığı sinyalini veriyor.
Türkiye’nin böylece dış politikada AB’yi öncelikleri arasına aldığı, içeride de “standartları” AB düzeyine yükseltmeye kararlı olduğu mesajını vermesi önemli bir gelişme.
Ancak bunu bir “niyet beyanı”nın ötesinde, fiilen de kanıtlamak gerek. Bu da, gereklerin yerine getirilmesi, reform sürecine ciddi olarak dönülmesi ile mümkündür.
Seçimlerden sonra, Erdoğan hükümetinden böyle bir sürece öncelik vermesini beklemek lazım. Bunda muhalefetin, devlet kurumlarının ve özel kuruluşların desteği de esastır.
Bu, AB ile ilişkilerin canlandırılmasına, Avrupalıların da tavır değiştirmesine yetecek mi? Bilemiyoruz, ama önemli olan, Türkiye’nin kendi “standartlarını yükseltmesi” değil midir?