TÜRKİYE - AB ilişkilerini yakından izleyen bir Avrupalı diplomatın deyişi ile "AB'nin bu yıl sonu, Ankara'ya müzakere tarihini vermesi artık kaçınılmaz görünüyor."
"Böyle bir tespiti yılın başlarında yapmak mümkün değildi" diyen diplomat, şimdi AB yönetiminde ve üye ülkelerin iktidar çevrelerinde, "Türkiye'nin oldukça lehinde bir havanın esmekte olduğunu" düşünüyor.
Gerçekten bunun sinyallerini görüyoruz. AB yöneticilerinden (Komisyon Başkanı Romano Prodi gibi) hükümet başkanlarına kadar (Almanya Başbakanı Gerhard Schröder gibi) çeşitli liderlerin yaptığı açıklamalar, Türkiye'nin beklentisinin gerçekleşme şansının artık bir hayli yüksek olduğunu gösteriyor.
***
ON bir yıllık bir aradan sonra bir Alman Şansölyesi'nin Türkiye'ye ilk resmi ziyaretini gerçekleştiren Schröder'in dün verdiği destek sözü, gerçekten önemli. Hem Türkiye'ye cesaret verici bir mesaj olması bakımından önemli, hem de Birliğin başını çeken bir güç olarak "şüpheciler" veya "retçiler" üzerinde yapabileceği etki açısından önemli...
Helmut Kohl'ün döneminden bugüne Almanya'da bu konuda görülen "hava değişimi", gerçekten dikkat çekici. Gerçi Berlin'de hala kuşkuları, tereddütleri olanlar var. Hıristiyan Demokrat lider Angela Merkel'in ardından Cumhurbaşkanı Johannes Rau'nun son (şaşırtıcı) demeci, bunun bir örneği.
Ama, diğer bir gerçek, Almanya'da - son bir ankete göre - halkın yüzde 54'ünün Türkiye'nin üyeliğinden yana (ve sadece yüzde 37'sinin karşı) olmasıdır. İktidardaki iki partinin destekçileri arasında ise lehtekilerin oranı çok daha yüksektir...
***
SADECE Almanya'da değil, diğer birçok ülkelerde (örneğin geçmişte Türkiye'ye pek sıcak bakmayan İsveç'te) benzer bir havanın esmeye başlamasının çeşitli nedenleri var. AKP hükümetinin AB ile bütünleşmek için gereken adımları çok kararlı biçimde atması bu nedenlerden biri. (İsveç Başbakanı Goran Persson'un geçen hafta Ankara'daki sözleri bunun göstergesi)...
Bir başka neden, uluslararası konjonktürün değişmesi, Türkiye'nin bölgedeki değerinin artması ve bunun Avrupa başkentlerinde dikkate alınmaya başlamasıdır... Bu bağlamda İngiltere'nin AB'den sorumlu Bakanı Dennis Macshane'in "Türkiye'ye halı sermeliyiz" şeklindeki çağrısını yaparken ortaya koyduğu sebepler dikkat çekicidir. AB içinde şimdi çok kişi Türkiye'ye tarih verilmemesi gibi olumsuz bir hareketin, Ankara'yı kendilerinden uzaklaştıracağını ve sonuçta AB'nin de kayba uğrayacağını fark ediyor...
***
PEKİ, "sessizliğini koruyan" Fransa'nın tutumunu nasıl izah etmeli? Analistler bunu Avrupa Parlamentosu'na ve Fransa'daki bölgesel seçimlere (yani iç politikaya) bağlıyorlar. Ayrıca geçmişte Türk - Fransız temaslarının yeterince geliştirilmemiş olmasının da bunda etkisi olsa gerek... Şimdi gerçekten Fransa ile sıkı bir diyalog kurmak zamanıdır. Schröder'in sergilediği tavrın da, yakın partneri Chirac'ı aynı çizgiye getirmesi mümkün.
Bir de Hollanda üzerinde önemle durmak lazım. Hazirandan itibaren dönem başkanı olacak olan Hollanda, aralıkta "tarihi karar"ın alınmasında belirleyici bir rol oynayabilir.
Başbakan Erdoğan'ın yazın bu ülkeyi ziyaret etmeyi planladığı söyleniyor. Böyle bir ziyaretin büyük yararı olabilir. Tıpkı Erdoğan'ın ve Gül'ün, ayrıca sivil toplum kuruluşlarının planladığı geziler, temaslar gibi...
Kısacası, bir aksilik olmazsa, 2004 gerçekten Türkiye için "AB yolunun açılacağı yıl" olacaktır...