TÜRK dış politikasındaki son gelişmeler, Batı ile ilişkilerde birbirinden farklı iki yeni trendi gözlerin önüne seriyor.
Bunlardan biri, ABD ile yakınlaşma yönünde. Başkan Barack Obama’nın Türkiye ziyareti, iki ülke arasında daha sıkı bir beraberliğe dayalı yeni bir dönem başlatıyor.
Diğer trend ise, AB ile ilişkilerin biraz daha soğuması yönünde. Bunda iki olayın etkili olduğu görülüyor.
Birinci olay, Başkan Obama’nın Prag’daki ve Ankara’daki konuşmalarında, AB’nin Türkiye’yi üye olarak kabul etmesi için yaptığı çağrıdır. Buna Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’den derhal sert yanıt geldi. Fransız lideri, bir kez daha Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktı ve Obama’ya “Sen ne karışıyorsun!” dercesine, “Bu işe AB üyeleri kara verir” şeklinde bir karşılık verdi. Alman Şansölyesi de, aynı şekilde bir kez daha Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıktı ve “imtiyazlı statü” argümanını tekrarladı.
Bu tepkiler, özellikle Fransa ve Almanya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine kesinlikle yanaşmadığını ve hiçbir etkenin bu sabit fikirlerini değiştirmediğini gösteriyor.
Bu son zamanlarda AB ile durgun ilişkilerini hareketlendirmeye çalışan Türkiye için umut kırıcıdır.
NATO’daki kriz
İKİNCİ olumsuz olay, Türkiye’nin NATO’da, Genel Sekreterliğe Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in getirilmesine itirazının yaratığı tepkidir.
Aslında Türkiye’nin argümanı, NATO’nun Avrupa kıtası dışındaki bölgelerde yeni misyonlar üstlendiği bir dönemde, Rasmussen gibi Müslüman dünyasını rahatsız eden bir politikacının bu göreve getirilmesinin akıllıca bir hareket olmayacağı yönünde idi. Ne var ki, Türkiye’nin bu konuda daha çok İslam dünyasının sözcüsü veya savunucusu izlenimini veren bir tarzda hareket etmesi, birçok üyeyi açıkça rahatsız etti. Oysa Türk diplomasisi bu kampanyasını çok daha ustalıkla yürütebilir, lobi yaparak taraflar toplayabilir ve daha etkileyici bir dil kullanabilirdi.
Sonuçta tabii Türkiye’nin vetosunu kullanmak yerine uzlaşması NATO açısından iyi oldu; ama Türkiye’nin bu çıkışını yanlış biçimde yapması, Ankara’nın pek lehinde olmadı.
NATO’daki “Rasmussen krizi”nde Türkiye’nin davranışı, birçok üye ülkenin -ve özellikle Avrupa’daki kamuoyunun- Türkiye’nin kimliği üzerinde ciddi şüpheler ifade etmesine yol açtı. Birçok politikacı ve diplomat, açıkça Türkiye’nin Batı ittifakı içinde, adeta İslam dünyasının sözcüsü gibi davrandığını söylüyor. Bazısı bunu AKP iktidarının “İslami kimliği”ne ve son zamanlarda dış politikasında Müslümanların haklarını korumaya verdiği önceliğe (Davos örneğinde olduğu gibi) atfediyor...
AB’deki kuşku
Bu bağlamda Fransa’nın genelde Türkiye’yi destekleyen (ve bu konuda şimdiye kadar Sarkozy’den farklı düşündüğünü belli eden) Dışişleri Bakanı Edouard Kouchner’in çıkışı anlamlıdır. Kouchner, Türkiye’nin son davranışının kendisini şoke ettiğini söyledikten sonra bu durumda kendisinin de artık Türkiye’nin AB üyeliğine sıcak bakmadığını açıkladı...
Bu gelişmelerin ışığında, Avrupa’dan gelen tepkilere bakıldığında, Türkiye ile AB arasındaki uçurumun biraz daha genişlediği net olarak görülebiliyor. Bunda bazı Avrupa çevrelerinin önyargılarının olduğu kadar, Türkiye’nin birtakım taktik hatalar yapmasının da payı var kuşkusuz.
Ama nedeni ne olursa olsun, gerçek Türkiye ile AB’nin arasının açılma trendini gösterdiğidir. Tam da, Türkiye ile ABD’nin yakınlaştığı ve Türk dış politikasında ABD boyutunun öne çıktığı bir sırada...