Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Dünyanın tek süper gücü ABD’nin bugünlerde başı dertte. Hem de üstünlüğünü sergilediği dış politikadan güvenliğe, ekonomiden uluslararası etkinliğe kadar, çeşitli alanlarda...
Gerçekten son zamanlarda bir dizi olay, ABD’nin "tartışılmaz" kudretini "tartışılır" hale getirdi. ABD’de ve dünyanın çeşitli yerlerinde, şimdi "ABD’ye ne oluyor? Acaba eski gücünü mü yitiriyor? İnişe mi geçiyor" gibi soruların yanıtı aranıyor.
Kuşkusuz ABD şu sırada geçirdiği sıkıntılara rağmen - siyasi, askeri ve ekonomik gücü ile - gene dünyanın bir numaralı süper devleti. Şimdilik bu sıfatını kaybettirecek bir durum da yok ortada. Ama, en azından üstünlüklerini baskı altında tutan ve belki de zamanla gücünü zayıflatacak olan bazı faktörler de kendini belli etmeye başlıyor...
***
ABD son haftalarda (güvenlik veya terör kaygılarının yanı sıra) ekonomik veya finansal şoklarla sarsıldı.
"Enron"un ardından "WorldCom"un ve "Xerox"un milyarlarca dolarlık yolsuzluk skandalları, sadece büyük yatırımcıları değil, Wall Street’teki küçük tasarruf sahiplerini de perişan etti - ve daha da önemlisi - "Amerikan ekonomik sistemi"ne ağır bir darbe indirdi. Bu sistem ki, şimdiye kadar Avrupalılara ve özellikle serbest piyasa ekonomisine geçen gelişen ülkelere de bir "örnek" olarak gösteriliyordu... İşte esas zedelenen bu itibar ve güven oldu...
Bununla beraber, bu son olayda "Amerikan sistemi"nin olumlu bir yanını da görmek lazım: O da, şeffaflık. Bu şirketlerde ve hatta onları deneten firmalarda dönen dolaplar, en kısa zamanda medya aracılığı ile kamuoyuna yansıdı. Derhal gereken önlemler alındı, herkesin gözü önünde soruşturma açıldı, sorumlulara karşı harekete geçildi. ABD’de sistem, bu tür dalaverelere müsamaha göstermediğini de bu vesile ile ortaya koydu...
***
ABD’nin son zamanlarda dış politika alanında aldığı bazı kararlar veya giriştiği hareketler, yakın dost ve müttefikleri ile dahi arasını açmış bulunuyor.
Bush yönetimi, uluslararası ilişkilerde bir "tek taraflılık" (unilateralism) doktrini geliştirmiş gibi... Washington kendine uygun olanını - başkalarına, hatta müttefiklerine ters düşme pahasına - yapmaktan çekinmiyor. Kendi görüşünü ve iradesini hakim kılmakta tereddüt etmiyor...
Bunun en son örneği bu hafta patlak veren "Uluslararası Ceza Mahkemesi krizi"dir. ABD 1 Temmuz’dan itibaren faaliyete geçen bu mahkemeyi tanımıyor, BM barış güçlerinde görev yapan Amerikan personelinin kesinlikle bu organın kararlarına tabi olmayacağını ilan ediyor. Bush yönetimi daha da ileriye giderek, Amerikalıların da katıldığı Bosna’daki BM gücünün görev süresinin uzatılmasına ilişkin kararı Güvenlik Konseyi’nde veto ediyor. Böylece Balkanlar’daki BM misyonunu tehlikeye düşürüyor.
Bu olay Avrupa’nın - ve de Rusya’nın - ABD’ye kızgınlığının artmasına ve "Transatlantik çatlağın" daha da derinleşmesine yol açmış bulunuyor. Zaten daha önce de, ABD’nin nükleer ve biyolojik silahlardan Avrupa’dan çelik ithalatına, Kyoto Çevre Anlaşması’ndan Irak ve Ortadoğu politikalarına kadar, çeşitli meselelerde Washington’un aldığı "tek taraflı" kararlar yeterince sürtüşmelere yol açmıştı.
Gün geçtikçe, görüş ayrılıkları zincirine yeni bir halka ekleniyor. Washington’da aklı başında çevreler bu gidişten kaygılı. Aktif bir küresel role soyunmuş bir süper devletin, en yakın dostlarını kendisinden uzaklaştıracak davranışlarla gücünü ve etkinliğini uzun süre devam ettirmesi mümkün mü?..