AVRUPA Birliği'nin Ankara temsilcisi Karen Fogg önceki akşam İstanbul'da bazı yazarlarla sohbetinde şöyle diyordu:
"Türkiye - AB ilişkilerinde alev sönmedi, ama şimdi daha cılız bir şekilde yanıyor."Sahiden geçen yıl sürekli tartışılan bu konu, unutuldu sanki. Ankara'da birkaç yetkili, ayrıca konu ile ilgili birkaç kuruluş dışında, hiç kimse (basın da buna dahil), AB'nin sözünü bile etmiyor.
Türkiye - AB ilişkilerinde tam bir hareketsizlik, hatta soğukluk dönemi yaşanıyor.Geçen hafta, Hollandalı bir heyet için düzenlenen bir brifingde de açıkça belirtildiği gibi, Türkiye'de AB konusunda artık eski heyecan kalmadı. Hükümet bu işi adeta buzdolabına koydu. Kamuoyu için ise AB üyeliği - daha doğrusu adaylığı - artık gündemde yok...
Bunun başlıca nedeni - Hollandalı diplomatların da kabul ettiği gibi -
"Lüksemburg şoku"dur. AB'nin Lüksemburg zirvesinde Türkiye'ye aday statüsünü vermeyi reddetmekle işlediği hatanın ciddiyeti şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Ama bugün mesele, Türkiye'nin gerçekten AB üyeliği isteğini, bu amaçla AB ile diyaloğu ve hatta şimdiye dek ulaşılan sonuçları korumayı ne ölçüde arzuladığıdır.* * *
GERÇEKTEN Türkiye'nin AB'ye ilgisi ve ona dahil olma niyeti kaybolmak yolunda mı?
Şu sırada Türkiye'de (ve Ankara'daki sorumlu çevrelerde) "karışık duygular"ın hakim olduğu açık.
Bir görüşe göre, AB ile sağırlar diyaloğunu sürdürmenin, kabul edilmeyecek bir isteğin peşinde gitmenin hiçbir yararı yok. Dolayısı ile, "AB ile bütünleşme işi "kalsın" - hatta "kalksın"... "Kalksın" diyenlerin kastettiği şey de, Gümrük Birliği'nin yeniden masaya yatırılması, tatminkar sonuç alınmazsa feshedilmesidir. Hatta Türkiye'nin 1987'de yaptığı üyelik başvurusunu geri almasıdır...
Daha yaygın olan ikinci görüş ise, şimdiye kadar katedilen mesafeyi kaybetmenin ve ipleri tamamen koparmanın alemi yok. Adaylık başvurusu kalsın. Gümrük Birliği konusunda bazı düzenlemeler yapılsın. Bu arada AB'nin bundan sonra ne yapacağına bakılsın. Ola ki, AB Türkiye'ye eşit adaylık statüsünü vermeye ve ona karşı mali yükümlülüklerini yerine getirmeye razı olur. O zaman ilişkiler tekrar canlanabilir...
Hükümet çevrelerinde bu ikinci görüş hakim. Bir bakıma bu, bir "bekle - gör" siyasetidir. İnisiyatifin karşı taraftan geleceğini umarak...Aslında AB çevrelerinde de bir "bekle - gör" havası var. Bu çevrelerde söylenen de şu: "Lüksemburg'dan bu yana çok şey değişti. Türkiye'nin aday sayıldığı defalarca tekrarlandı (Dönem Başkanı Almanya Dışişleri Bakanı Fischer'in Şahin Alpay'a demecinde de bu vurgulandı)... Şimdi iki tarafın daha sıkı temas kurup, pratik yönden Türkiye - AB yakınlaşmasının nasıl gerçekleşeceğini belirlemesi gerek"...
* * *
ÖNÜMÜZDEKİ haftalarda Türkiye - AB ilişkilerindeki hareketsizliği aşmak pek mümkün olmayacak. Bu sadece Ankara'nın ve Brüksel'in eski pozisyonlarını korumasından kaynaklanmıyor.
Önemli bir neden de, Türkiye'deki seçimlerdir. Nisan ayına kadar bu hükümetin yeni bir inisiyatife girişmesi söz konusu değil. Seçimlerden sonra da herhalde birkaç hafta, hükümet çalışmaları ile geçecek.
Gözlemciler en iyimser tahminle AB konusunun yaza kadar gündeme gelemeyeceğini söylüyorlar. Haziranda ise Almanya'nın dönem başkanlığı sona eriyor. Onun yerine geçecek olan Finlandiya ise, Türkiye ile yakından ilgilenen bir ülke değil.
Büyükelçi Fogg gibi AB yetkilileri, "bari bu arada pratik çalışmalar yapılsın, temaslar sürdürülsün ve alev sönmesin" diye düşünüyor. Örneğin, Türkiye ile AB arasında eğitimden çevreye kadar çeşitli alanlarda geniş işbirliği olanakları var. Bunları değerlendirmek lazım.Ama bunun için de böyle bir arzu ve heyecan gerek. Bu da açıkçası şu sırada oldukça cılız gözüküyor...
Yazara E-Posta: skohen@milliyet.com.tr