Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


SON günlerde gazetelerde "AB üyeliğine bakış araştırması"nın sonuçları hakkında ilginç haberler çıktı.
Türkiye'de yapılan anket, halkın yaklaşık yüzde 70'inin AB'ye üye olmak istediğini ortaya koydu. AB üyesi 15 ülkede düzenlenen kamuoyu araştırmasında ise, Türkiye'nin birliğe katılması lehinde tavır alanların oranı, ortalama olarak yüzde 30 civarında. Bu rakam ülkelere göre değişiyor. Örneğin Türkiye'nin AB genişleme kapsamına alınmasını isteyenlerin sayısı İspanya'da yüzde 43, Hollanda'da yüzde 42, buna karşılık Fransa'da yüzde 21.
Bu rakamlar, Türkiye'nin AB'ye girme hususundaki güçlü isteğine karşılık, AB ülkelerinin Türkiye'nin üyeliğine soğuk bakışı hakkında açık bir fikir veriyor.
* * *
BU anket sonuçları, Türkiye'de AB'ye çeşitli nedenlerle sıcak bakmayanlar tarafından şöyle değerlendirilirse, şaşmamak lazım: "İşte biz dememiş miydik? Türkiye ne yaparsa yapsın, AB'ye giremez. Bizi istemiyorlar. Bizi almazlar"...
Bu görüşe göre, Türkiye insan hakları ve demokrasi alanındaki şartları yerine getirse bile, AB başka nedenler öne sürecek ve diğer koşullar yerine getirilmediği için yeni engeller çıkaracaktır.
Kuşkusuz, Avrupa kamuoyunda bir kesiminde gerçekten Türkiye'nin AB üyeliğine sistematik olarak karşı çıkanlar var. Onlar "kültür ve din farkı"ndan, Türkiye'nin "geri kalmışlığı"na ve "Türk göçü tehlikesi"ne kadar, çeşitli nedenlerden ötürü, Türkiye'yi AB içinde görmek istemiyorlar.
Ancak üyelik sürecinde karar vermek mevkiinde olanların durumu farklı. AB mekanizmalarında Türkiye'nin belirli kriterlere ve şartlara uyması halinde, birliğe katılmasından yana olanların sayısı hiç de az değil.
Ancak bundan da "AB, Türkiye'yi mutlaka alacak" gibi kesin bir sonuca varmak kadar, "hayır, ne yapsak, bizi almazlar" hükmünü çıkarmak da yanlıştır.
* * *
TÜRKİYE'nin AB üyeliğini garantilemesi için gerçekleştirmesi gereken siyasal, ekonomik, sosyal reformlar, sık sık tekrarlandığı üzere, çağdaş düzeye ulaşmak için bizzat kendisi tarafından benimsenmeli ve yaşama geçirilmelidir.
Ama pratikte Türkiye'nin bazı cesur değişiklikleri, dış etkenlerin dürtüsü ile daha hızlı biçimde yaptığı bir gerçektir.
AB normları da, aslında Türkiye'nin bazı değişiklikleri gerçekleştirmesi, demokraside veya ekonomide, birtakım uyum düzenlemeleri yapması için, bir "nevi itici güç" olmuştur.
Ankara'nın bu ivmeyi kaybetmemesinde, AB üyeliği perspektifinin büyük önemi vardır.
Kuşkusuz Türkiye bunları kendi halkının yararına, kendi inisiyatifi ile yapmalıdır. AB bundan cesaretlenip Türkiye'ye kapılarını açık tutarsa ne ala. Ya tutmazsa? O zaman pes mi edeceğiz? "Bizi almazlar" saplantısı ile hareket edip, Avrupa ile bütünleşmekten vaz mı geçeceğiz ve kendimize yeni alternatifler mi arayacağız?
Pratikte bunun yaratacağı sakıncaları düşünmek dahi, AB yolunda kararlılıkla ve sabırla yürümeye devam etmek için yeterlidir.