Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Ankara’da AK Parti Meclis grubundaki konuşmasının Suriye ile ilgili bölümü, hükümetin Esad rejimine karşı net duruşunu bir kez daha ortaya koydu.
Açıkçası Ankara “Esad’sız bir Suriye” istiyor. Şam diktatörüne artık hiç güvenmiyor. Beşar Esad’ı muhatap alıp kendisiyle görüşenlerin çabalarından hiçbir sonuç beklemiyor. Bunun sadece Esad’a zaman kazandırdığına ve daha çok kan dökülmesine yol açtığına inanıyor.
Aslında bu, Erdoğan hükümetinin aylardan beri savunduğu politikanın özünü oluşturuyor. Başbakan’ın İstanbul’daki “Suriye Halkının Dostları” konferansındaki ve dün de Meclis grubundaki konuşmaları, bu tutumu net biçimde teyit etmiştir. Hem de, BM ve Arap Birliği özel temsilcisi Kofi Annan’ın Suriye misyonunu yürüttüğü en kritik noktasında...
Aralarında Rusya’nın ve hatta İran’ın da içinde bulunduğu geniş bir uluslararası topluluğun desteğiyle temaslarını sürdüren eski BM Genel Sekreteri’nin Esad’a verdiği ultimatum, şimdilik işe yaramış görünüyor. Şam, 10 Nisan’a kadar tanklarını ve ağır silahlarını kentlerden çekmeyi ve Annan’ın 6 maddelik planının diğer şartlarını da yerine getirmeyi taahhüt etmiş görünüyor. Şimdi bir BM heyeti bu süreci denetlemek için Suriye’ye gidecek.
* * *
Bu kez Esad sözünü tutacak ve ultimatum şartlarına uyacak mı? Buna şüphe ile bakan ülkeler var tabii. Türkiye Esad’a hiç güvenmiyor. Başbakan dünkü konuşmasında Beşar’ın bunu da zaman kazanmak için kullanacağını açıkça söyledi.
Kuşkusuz Suriye’de kanın durması için en büyük sorumluluk Esad rejiminde. Öncelikle onun vahşi saldırılara son vermesi şart. Ancak silahlı direniş gruplarının da eylemlerini durdurması ve yeni çatışmalara yol açacak kışkırtmalardan sakınmaları gerek. Oysa bu dağınık gruplar bir komutanlık altında toplanmış disiplinli birlikler değil. Silahlar susturulursa da, ateşkesi devamlı kılmak zor olabilir. Bunda Suriye muhalefetinin ve “Dostlar” grubunun da rol oynaması gerekecek.
* * *
Seksen küsur ülke ve uluslararası kuruluşun İstanbul’daki toplantıda aldıkları karar, bir yandan Annan misyonuna destek vermeyi, diğer yandan da Suriyeli muhaliflere yardım etmeyi öngörüyor. İlk bakışta bu bir çelişki olarak görünüyor. Konferansta muhalif grupların oluşturduğu Suriye Ulusal Konseyi, Suriye halkının meşru temsilcisi olarak yerini aldı. BM ve Arap Birliği’ni temsilen Kofi Annan ise, Beşar Esad’ı muhatap (ve dolayısıyla yönetimini de meşru) sayıyor...
Aslında diplomasi çelişkiler arasında bir ince ayar yapma sanatıdır.
İstanbul zirvesinde de (çeşitli eğilimleri uzlaştırmaya yönelik) bir “ince ayar” yapıldı. Temelde “halktan yana” bir tavır alındı, muhalefete destek sağlandı, rejimin davranışları da kınandı. Ama her şeye rağmen, bu krizin daha fazla kan dökülmeden halledilmesi için, Beşar Esad ile görüşmeye de razı olundu.
Eğer bu yoldan bir anlaşma sağlanabilecekse, ne ala. Demek ki o zaman “Esad’la çözüm” gerçekleşecek.
Eğer Esad oyalar ve temaslar kesilirse, “ikinci yol”a başvurulacak, yani muhalefet gruplarına ve direnişçilere daha aktif destek verilecek. Diğer bir deyişle “Esad’sız çözüm” senaryosu hayata geçirilecek...
İşte çelişkili görünen tablonun gerisindeki “ince ayar” bu...
* * *
“Suriye Halkının Dostları” konferansında böyle ortak bir strateji benimsenmekle beraber, her ülkenin kendine göre görüşleri, rezervleri ve beklentileri de var.
Açıkçası Türk hükümetinin birinci şıktan fazla umudu yok ve dolayısıyla tercihi daha çok ikinci seçenekten yanadır.
Bu da öteden beri öyledir. Erdoğan çoktan Esad’ı gözden çıkarmış, “halk” derken muhaliflerden ve direnişçilerden yana tavır almış, yani taraf olmuştur.
Bu Ankara’yı Rusya, İran gibi Esad yanlısı ülkelerle karşı karşıya getirdiği gibi, “Dostlar” grubu içindeki bazı Batılı ve Arap ülkeleri ile de politikalarda zaman zaman bir “ince ayar” yapmayı gerektirmektedir. Son İstanbul buluşmasında olduğu gibi...