“Arap Baharı” başlayalı altı ay geçti; Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne kadar uzanan geniş coğrafyada esen değişim rüzgârları, ilk haftadaki hızını yitirmiş görünüyor.
Tunus‘ta başlayan, ardından Mısır’a sıçrayan halk hareketleri bu iki ülkede çok süratli gelişti ve yıllanmış rejimlerin devrilmesiyle sonuçlandı.
Buna karşılık Mısır’la hemen hemen eşzamanlı olarak Yemen‘de ve Bahreyn‘de gerçekleşen benzer halk hareketleri, beklenen sonucu vermedi. Bu iki ülkede mevcut rejimler sokak gösterilerini şiddete başvurarak bastırmaya çalıştı ve bunda başarılı da oldu. Nitekim halen -zaman zaman halkın sokaklara dökülmesine rağmen- statüko devam ediyor, eski rejimler yerinde duruyor.
Mısır’daki değişimden sonra gözlerin çevrildiği Libya’da durum farklı. Burada rejimin ayaklanmayı şiddetle bastırma girişimi ülkeyi bir iç savaşa sürükledi. Kaddafi’ye bağlı güçlerle isyancılar arasındaki bu savaş, dış müdahalelere rağmen, hâlâ bütün şiddetiyle devam ediyor.
Ve nihayet Suriye. Bu ülkede 4 ay önce başlayan halk hareketi, Esad yönetiminin sert mukabelesine rağmen sinmiş değil. Ancak kanlı olaylara ve artan dış tepkilere rağmen, rejim ayakta ve ülkeye hâkim durumda...
İnce hesaplar
Bu tablo uluslararası dengeler açısından, bölgede şimdiye kadar fazla bir şey değişmediğini gösteriyor.
Aslında “Arap Baharı” bu geniş coğrafyada büyük bir sarsıntı yarattı. Birçok ülkede belirsizlikler sürüyor; ancak daha uzun vadede bugünkü yönetimlerin devrilmesi veya rejimlerin bir şekilde kabuk değiştirmesi kaçınılmaz...
Bölge üzerinde etkili olan güçler de hesaplarını ona göre yapıyorlar.
Bu tabloya bakıldığında Batı’nın ve özellikle ABD’nin kendi çıkarlarını “Arap Baharı”na göre ayarlamaya veya değişimi bu doğrultuda yönlendirmeye çalıştıkları açıkça görülüyor.
Batılıların Tunus’ta ve Mısır’da gerçekleşen rejim değişikliğinden şikâyetçi olmaları için bir neden yok.
Gerçi ABD Mısır’da Mübarek’i kaybetmek istemezdi; ama Washington kıvrak bir manevra ile Mübarek’ten vazgeçip, kendisine yakın olan bir askeri yönetimin işbaşına geçmesini sağladı. Yani rejim değişikliğine rağmen, halen ABD’nin ve Batı’nın Mısır’daki nüfuzu devam ediyor.
Aynı şey, Yemen ve Bahreyn için de söz konusu. ABD’nin bu iki ülke ile sıkı stratejik bağları var. Açıkçası Washington, bu bölgenin İran nüfuzu altına girmesine izin vermeye hiç niyetli değil. Bu, halkın karşı çıktığı rejimleri desteklemeye devam etmek pahasına da olsa...
Oyun sürüyor
Libya’nın siyasi geleceğinin belirleyicisi ise artık NATO’dur. Batı Kaddafi’yi saf dışı etmeye kararlıdır ve stratejisini de ona göre ayarlamıştır. İnisiyatifi ele alan Batı artık Kaddafi sonrası dönemin hesaplarını yapmaktadır...
Suriye’deki durum ise belirsizliğini koruyor; ancak şimdiye kadar daha temkinli davranan ABD’nin (ve Fransa’nın) giderek Esad’ı gözden çıkarmakta olduğu seziliyor. Obama ve Clinton’ın Esad rejiminin meşruiyetini yitirdiğine ilişkin açıklamaları anlamlıdır. Tıpkı ABD -ve Fransa- büyükelçilerinin rejime karşı ayaklanmaların merkezi Hama’yı ziyaret etmelerinin sembolik anlamı gibi...
Ne var ki Suriye’nin durumu farklıdır ve bu sahnede yerli-yabancı çok aktör vardır. Buradaki oyun daha uzun sürebilir.