İsveç gibi hoşgörülü sosyal demokrasinin beşiği sayılan bir ülkede, yabancı düşmanı, ırkçı bir partinin parlamentoya girme kapasitesini göstermesi, pazar günkü seçimlerin en şaşırtıcı, hatta şoke edici sonucu.
Avrupa’yı bir süredir saran aşırı sağ dalgasının şimdi de bu İskandinav ülkesini kaplaması, gerçekten düşündürücü ve kaygı verici.
İsveç’teki yabancı göçmenlere ve bu arada Müslümanlara karşı yoğun bir kampanya yürüten sağcı “İsveç Demokratları” partisi, kazandığı 20 sandalye ile Meclis’te marjinal bir parti olarak görülebilir. Ancak bunun radikal sağ için bir “ilk” olması, ayrıca bu partinin nerdeyse seçimlerden en kazançlı siyasi grup olarak ortaya çıkıp bir nevi anahtar görüntüsünü alması, küçümsenecek bir sonuç değil.
Kaldı ki, ülkeyi 60 küsur yıl yönetmiş ve İsveç’i sosyal refah devleti haline getirmiş olan Sosyal Demokratlar çok kan kaybettikleri gibi, “Ilımlı Parti”nin başını çektiği merkez sağ grubu da, hükümeti kuracak çoğunluğa da sahip değil (3 sandalye eksik).
Sonuçta faşist eğilimli bir partinin İsveç siyasi hayatında hatırı sayılır bir yer alması, çok kimseyi ve ülkedeki Türkler dahil, yabancı göçmenleri endişelendirmeye yetiyor.
Liste giderek uzuyor
Kaygı verici olan diğer bir husus da, İsveç’teki bu gelişmenin, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ortaya çıkan durumun bir uzantısı olarak görünmesidir.
Şimdi sıralayacağımız bütün bu Avrupa ülkelerinde aşırı sağcı (çoğu yabancı ve Müslüman düşmanı) partiler, seçimlerde bir güç göstermişlerdir: Hollanda, Belçika, Danimarka, Norveç, Almanya, Avusturya, Fransa, İsviçre, İtalya, Portekiz, Macaristan, Slovakya, Bulgaristan...
Radikal sağcı partilerin seçimlerde başarılı olmaları ve çoğunun ulusal meclislerde (hatta Avrupa Parlamentosu’nda da) bir varlık göstermeleri, ortaya çıkan yeni siyasal tablonun bir yüzü. Diğer yanı ise aşırı sağcı hareketin kamuoyunu ve yöneticileri dolaylı olarak da olsa, etkilemesidir.
Son olarak Almanya’da, Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin’in yazdığı kitabın kopardığı fırtına henüz dinmiş değil. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Roman kökenli göçmenleri sınır dışı etmesinin tepkileri de devam ediyor.
Bu örnekler alt alta getirildiğinde, Avrupa’dan gelen tehlike çanlarının sesi, kulakları tırmalıyor.
Uçurum derinleşiyor
Yaşlı kıtadaki bu durumun çeşitli nedenleri var.
Son yıllarda Asya ve Afrika’daki ülkelerden gerçekleşen göç hareketi, Avrupa’nın nüfus yapısında önemli değişikliklere yol açmıştır. İsveç örneğinde, 9 milyon nüfusun bugün yüzde 14’ünü yabancı göçmenler oluşturuyor.
Bu her şeyden önce iki taraf için de bir kültür şoku yaratmış bulunuyor: Farklı kültüre, dine, örf ve adetlere sahip göçmenler için, göç ettikleri Avrupa ülkeleri bambaşka bir dünya. Onlar böyle bir ortamda kendi benliklerini korumaya çalışıyorlar. Buna karşılık, Avrupalılar açısından, göç edenlerin kültürleri, yaşam tarzları, kendileri için çok yabancı. Bir kesim, bu farkları bir türlü sindiremiyor.
Ama aşırı sağın yükselişine hız veren esas faktör, ekonomiktir. Son zamanlarda patlak veren kriz, artan işsizlik yüzünden resmi veya kaçak yollardan gelen yabancılara karşı düşmanlığı kızıştırmıştır.
Bütün bunlar, ırkçı hareketleri, İslamofobiyi körüklemeye yetiyor. Bu da, böyle bir ideolojik temelde kurulan partilerin giderek güçlenmesine yol açıyor.
Sonuçta Avrupa, bugün kendi bünyesinde ciddi bir kriz ve içinden çıkılması çok zor bir açmazla karşı karşıya bulunuyor.