Zaten belge üzerinde bir "orta yol" bulunmasaydı, mutabakat sağlanamaz ve sonuçta Lüksemburg'da üyelik müzakerelerine start verilmezdi.Şimdi bütün ilgili taraflar kendi açılarından elde ettikleri kazanıma bakıyorlar. İşte diplomasi dilinde "kazan-kazan" ("win-win") diye ifade edilen durumun tipik bir örneği...* * *TÜRKİYE açısından en önemli kazanç, kuşkusuz müzakere sürecinin başlamış olmasıdır. Bu gerçekten tarihi bir dönemeçtir. Bu sürecin başlayamaması, Türkiye'nin geleceği için hayati önem taşıyan bir fırsatın belki de tamamen kaybedilmesine, yani birçok bakımdan ağır bir faturanın ödenmesine yol açmış olacaktı...Bu mutabakatın diğer önemli bir yanı, AB'nin böylece Türkiye'nin "Avrupalılığı"nı kabul edip farklı kültürel, dinsel kimliğine rağmen onu kendi camiası içinde saymasıdır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün de belirttiği gibi, AB'nin ilk kez bir Müslüman ülkeyi kendi bünyesine dahil etmesi bütün dünya için önem taşıyan bir "stratejik karar"dır.Bu olayın Türkiye'yi Avrupa'nın ve dünyanın bir odak noktası haline getirmesi, ayrıca ona sempati ve itibar kazandırıyor...* * *MÜZAKERE Çerçeve Belgesi, bakıldığı şekle göre, (hem Türkiye, hem AB üyeleri için) olumlu ve de olumsuz unsurlar içeriyor.1. Hedef, tam üyelik: Belge bunun AB'nin "ortak amacı" olduğunu vurguluyor. Türkiye'nin daha başından beri "kırmızı çizgi" olarak ilan ettiği husus da budur.Avusturya (Fransa ve Almanya'da bazı siyasi liderlerin de savunduğu) "imtiyazlı ortaklık" önerisini kabul ettiremedi. Bu, Türkiye için bir kazanç.Ama buna karşılık, belgede daha önce de kullanılan "ucu açık" sözcüklerinin yanı sıra, AB'nin "sindirme kapasitesi" ifadesi yer alıyor. Bu son terim, "genişlemeye karşı" olan ülkelerin ve özellikle Fransa'nın da isteğini karşılıyor. Bu nedenle Fransa ve hatta imtiyazlı ortaklık üzerindeki ısrarından vazgeçen Avusturya, şimdi bu ifadenin belgede yer almasını kendileri için bir kazanç olarak gösteriyorlar.Yani tüm taraflar, "tam üyelik" veya "ucu açık" veya "sindirme kapasitesi" ifadelerinden, kendi lehlerinde bir pay çıkarıyorlar. (İşte diplomasinin marifeti)!..Gerçekte Türkiye için önemli olan "tam üyelik hedefi"nin vurgulanmasıdır. Her şey yolunda giderse, müzakere süreci o yönde gidecektir. Ama şunu da bilelim ki, aksaklıklar, sorunlar çıkarsa "karşı taraf", örneğin "sindirme kapasitesi" gibi argümanları gündeme getirip, bu süreci başka tarafa çekmeye kalkışabilecektir.* * *2. Kıbrıs çelişkisi: Evet, belgenin 7. paragrafında (Kıbrıs adı verilmeden), Türkiye'nin bir AB üyesinin başka kuruluşlara (örneğin NATO'ya) girmesini engelleyemeyeceği yazılı. Türkiye'nin itirazı üzerine, Dönem Başkanı İngiltere 25 üyeli AB Konseyi adına belgeye, bu maddeyi fiilen etkisiz kılan bir açıklama ekledi. Şimdi bu durum da, hem Ankara, hem Kıbrıs Rumlarını tatmin ediyor. Ancak bu çelişki ve belirsizlik, ileride yeni tartışma ve sürtüşmelere yol açabilir...3. Serbest dolaşıma kısıtlama: Belgede bu kısıtlamanın "sürekli" olabileceği, çok "lastikli bir ifade" ile yazılmış. Gerçi bu, ancak üyelik aşamasında ortaya çıkabilecek bir sorun. Ama bu konu müzakere edilirken, "karşı taraf" (yani Türk göçmenlerinin akınından korkan ülkeler) talepleri üzerinde pekâlâ ısrar edebilirler.Ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, bütün bu tartışmalı konular üzerinde orta bir yol bulunmasaydı, müzakerelerin başlaması mümkün olmazdı. Kaldı ki, bu pürüzler de müzakere süreci içinde ortadan kaldırılabilir. Bu bakımdan sürecin başlaması önemli idi. Bardağın asıl ağır basan dolu kısmı da budur... skohen@milliyet.com.tr CETİN pazarlıklardan sonra varılan her mutabakat gibi, Türkiye ile AB arasındaki anlaşma da "ideal" sayılmaz. Yani son şekli ile, Müzakere Çerçeve Belgesi'nde, Türkiye'nin tüm istek ve beklentileri yok; buna karşılık arzulamadığı bazı ifadeler var. Ancak bu "yoklar" ve "varlar" AB tarafı (ve özellikle Avusturya, Kıbrıs ve Fransa) için de geçerli.