Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sami KOHEN

YENİ Körfez krizinde Türkiye'nin ön plana çıkmamasına üzülmeli mi, sevinmeli mi?
İlk bakışta, Başkan Bill Clinton'un telefonu açıp Cumhurbaşkanı Demirel veya Başbakan Yılmaz ile görüşmemesine "bozulmamız" mümkün. Hele geçmişte George Bush'un, "Turgut" diye hitap ettiği Özal'ı sık sık aradığı hatırlanırsa, "acaba ABD artık Türkiye'yi önemsemiyor ve bir nevi by - pass mı ediyor" gibi sorular da akla gelebilir...
Gerçekten bu kez Körfez krizinde, Türkiye'nin adı pek geçmiyor. Clinton iki - üç Batılı müttefiki ile temas ediyor, Dışişleri Bakanı Albright da Körfez'de Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan'ı ziyaret etmekle yetiniyor. Amerikan basınında İncirlik konusunda spekülatif birkaç satır çıkıyor, resmi ağızlar ABD'nin bu üssün kullanılması için talepte bulunmadığını söylüyor.
Bu, ABD'nin Türkiye'yi gözardı ettiği anlamına mı geliyor? Yoksa acaba Washington, Ankara'nın durumunu ve izlemeye çalıştığı politikayı bildiği için, kendisini ve Türkiye'yi zor durumda bırakacak bir davranışta bulunmaktan mı çekiniyor?
Bunu, "ABD artık bizi takmıyor" gibi yersiz bir komplekse kapılmadan değerlendirmeli...
* * *
DOĞRU; 1991'de Körfez krizi ilk patlak verdiğinde, Türkiye ile ABD arasında, sıkı bir diyalog kurulmuştu. Bunda kuşkusuz "Turgut" ile "George" arasındaki kişisel ilişkiler önemli rol oynamıştı. O zamanın koşullarına göre, Türk hükümeti ABD'nin kurmayı başardığı "koalisyon"un politikası doğrultusunda hareket etmekte yarar görüyordu. (Bu koalisyonda yalnız Batılılar değil, Araplar da yer alıyordu)...
Özal'ın "bir yatırıp üç alma" şeklinde ifade edilen politikanın ne sonuç verdiği ortada. "Ön plana çıkmak" ve aktif bir rol oynamak hevesinin her zaman yarar sağlamadığı, Körfez tecrübesi ile sabit... Bazen, rizikonun yüksek olduğu dönemlerde, olaylara bulaşmamak ve kritik süreyi "alçak profil" göstererek atlatmak, daha akılcı bir politikadır...
Bu bakımdan ABD'nin Türkiye'den İncirlik konusunda bir talepte bulunmamasına, Washington'un Ankara'yı bu krizde ön plana çıkarmamasına, Clinton'un Türk liderlerine telefon etmemesine, "kafayı takmamak" lazım!
Bu Ankara'ya, daha yansız, daha rahat hareket etme olanağını verir.
Ancak hemen şunu da ekleyelim: ABD'nin ve Körfez krizindeki diğer aktörlerin, Türkiye ile istişarelerde bulunması ve onun görüşlerini alması onların yararınadır. Türkiye'nin bölgedeki özel konumu ve deneyimi, ona bu tür krizlerin çözümünde önemli katkılarda bulunmak imkanını sağlıyor. Ecevit'in de belirttiği gibi, Türkiye istendiği takdirde, bu rolü en iyi oynayabilecek ülkelerden biridir...
* * *
GEÇEN haftaki gelişmeler, nerede ise Körfez'de yeni bir savaşa gidildiği izlenimini vermişti. Şimdilik bu tansiyon biraz yatışmış görünüyor. Taraflar, diplomasiye yeni bir şans tanıyor. Ama tehlike henüz atlatılmış değil.
Yeni Körfez bunalımı, Türkiye'yi bir ikilemle karşı karşıya bırakıyor: Bir yandan, Türkiye'nin ABD ile ilişkileri (ve çıkarları) söz konusu. Ankara'nın ABD'ye karşı bir tavır sergilemesi ve örneğin İncirlik'in kullanılması istemine kesin bir "hayır" demesi, kuşkusuz Washington'da iyi karşılanmayacak ve bu bir ölçüde ikili ilişkilere (ve ABD'nin bazı konularda Türkiye'ye sağladığı desteğe) olumsuz şekilde yansıyacaktır... Öte yandan, Türkiye, Irak'ın ve Arap dünyasının sert tepkilerine yol açacak olan ABD yanlısı bir politika izlemek de istemiyor. Böyle bir tavır, Türkiye'yi ekonomik ve siyasal zarara sokacaktır.
Türk diplomasisi bu kez ölçülü ve dengeli bir politika izlemeye çalışıyor. Şimdiye kadar ABD'nin (örneğin İncirlik için) zorlayıcı bir davranışta bulunmaması, Ankara'yı sıkıntıdan kurtarıyor. Herhalde Washington da, "hayır" yanıtına yol açacak bir zorlamadan yarar değil, zarar getireceğinin farkında...
Eğer Körfez'de çatışma önlenir ve bugünkü bunalım atlatılabilirse, Türkiye rahat nefes alacak ülkelerin başında yer alacaktır.
Bu durumda Türkiye'nin bu krizde "öne fırlamaması"nın daha isabetli olduğu da anlaşılacaktır...





Yazara EmailS.Kohen@milliyet.com.tr