Milli Güvenlik Kurulu'nda dün patlak veren krizin şok dalgaları, anında denecek bir hızla, dış dünyaya da yayıldı. Ajansların Ankara'dan verdiği haberler üzerine Türkiye'yi yakından izleyen dış siyasi ve ekonomik çevreler, olup bitenleri anlamaya ve kendi açılarından değerlendirmeye çalıştılar.
Bu hızlı iletişim çağında, Türkiye gibi dünyaya açılan bir ülkenin geçirdiği en ufak bir sarsıntı, gerçekten hemen dışarıda yankılanıyor.
Hele Başbakan olanları "büyük bir kriz" olarak tanımlarsa, dış dünyanın gözlerinin kaygı ile Türkiye üzerine çevirmesi kaçınılmaz...
* * *
YABANCILARIN dünkü kriz üzerinde yaptığı değerlendirmeler, bir bakıma, bizim de bazı gerçekleri daha objektif biçimde görmemize yardımcı olabilir.
Bu çevrelerin gözlemleri şöyle özetlenebilir:
* Türkiye kriz üstüne kriz üretilen bir ülke oldu. Bir yabancı diplomatın deyişi ile "ay değil, hatta bazen hafta geçmiyor ki, Türkiye'de yeni bir kriz ortaya çıkmasın." Bu, Türkiye ile yakın ilişkileri olan yabancı ülkeler ve kuruluşlar arasında güvensizlik yaratıyor.
* Yabancı diplomatlar kadar yatırımcılar da her vesile ile Türkiye'nin reform programlarını ancak istikrarı koruyarak gerçekleştirebileceğini söylüyorlar. Dünküne benzer krizler, istikrarın yok olabileceği kaygısını yaratıyor. Nitekim son olayı "Türkiye'de belirsizlik hakim. Her an bir sürpriz olabilir" şeklinde değerlendirenler var.
* Avrupalı gözlemciler dünkü krizin iki özelliği üzerinde duruyor. Birincisi, bunun MGK'da gerçekleşmesi. "MGK, güvenlik konularını görüşen bir danışma organı değil mi? Yolsuzlukların bu platformda görüşülmesi, onun asli görevine ters düşmez mi" gibi sorular soruluyor... İkinci husus da, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki söz düellosunun üslubu ile ilgili. Kızgın ifadeler, meydan okumalar yerine daha uzlaşıcı ve sakin bir tavır takınılamaz mıydı?
* Dış mali kuruluşlar tabii bu tartışmanın yol açtığı ekonomik tahribatı düşünüyor. Bunun Türkiye'ye yatırımlar üzerinde olumsuz etki yapacağı kuşkusuz. Dış diplomatik çevreler ise aynı şekilde bu olayın siyasal alandaki sarsıntılarını değerlendiriyor. Bu olayın etkileri acaba AB üyelik sürecini nasıl etkiler? Bugünlerde ilanı beklenen Ulusal Program ne olacak? Bir Avrupalı diplomatın deyişi ile, kuşkusuz yolsuzlukla mücadele, reformlar kadar önemli. Ama yolsuluklarla mücadeleyi, Ankara'da çeşitli makamlar ve kurumlar, kavgasız yürütemezler mi?..
ABD, cumartesi günü Irak'a karşı giriştiği hava operasyonunda hedef alınan füze ve radar tesislerinin yerle bir edildiğini öne sürüyor. Yani Washington'a göre harekatın askeri amacı gerçekleşmiş bulunuyor.
Pentagon'un Irak'ın uçuşa yasak bölgelerini denetleyen ABD ve İngiliz uçaklarına karşı oluşan "tehdidi" ortadan kaldırması ile, iş bitiyor mu? Bush yönetimi bundan böyle ne yapacak? Washington'un stratejisi nedir? Veya daha doğrusu Bush'un yeni bir stratejisi var mı?..
Amerikalı analistler yeni yönetimin "iki şeritli bir yol" izlemek niyetinde olduğunu belirtiyorlar. Bunlardan biri, Saddam rejimini askeri ve siyasi baskı altında tutmak ve onu saf dışı etmektir. Son hava harekatının esas amacı buydu.
Öte yandan yönetim, yaptırımlarla silah kontrolü arasında bir ilinti kurmak ve Saddam'ın BM deneticilerinin Irak'ta görev yapmasına izin vermesi halinde, çoğu ülkenin istediği gibi, ekonomik ambargoyu yeniden gözden geçirmek eğiliminde. İlginçtir; bombardımandan sadece bir gün önce, Dışişleri Bakanı Colin Powell, BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ile yaptığı toplantıda, bu yeni stratejiden söz etmişti.
Washington'un böyle bir yeni politika izleyip izlemeyeceği önümüzdeki haftalarda daha iyi anlaşılacak. Ne var ki, son bombardıman Ortadoğu'daki ve uluslararası camiadaki havayı, Saddam'ın lehine değiştirmiştir. Yani ABD'nin yüksek teknolojiye dayalı hava operasyonu başarılı olmuş kabul edilse bile, pratikte "Saddam sorunu"nun çözümünü kolaylaştırmış sayılmaz...