Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

SALDIRININ kimin tarafından ve ne amaçla yapıldığını saptamak çok önemli tabii. Ama bir o kadar önemli olan şey de, olayın bir vahşet, hatta bir katliam olarak kabul edilmesi gerektiğidir.
Bağdat’ta önceki gün en az 100 kişinin ölmesine, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden olan eylemi kastediyoruz.
Dışişleri Bakanlığı binasının bulunduğu bölgede patlatılan bombaların öldürdüğü insanlar, Iraklı siviller... Hedef işgal güçleri, yani Amerikalılar değil. Dolayısıyla, bu bir direniş eylemi sayılmaz... Saldırının esas adresi Nuri el Maliki’nin başında bulunduğu yönetim. Amaç da dehşet ve kaos yaratarak ülkeyi istikrarsızlaştırmak ve bugünkü rejimi sarsmak...
Eylemciler kendi açılarından iyi bir organizasyonla bu saldırıyı başarıyla gerçekleştirdiler. Patlattıkları bombaların masum Iraklıları öldürmesi, halkın huzurunu kaçırması, toplumda derin yaralar açması, umurlarında değil.
Bu da düpedüz vahşi bir kıyım sayılmaz mı?
Düşündürücü olan şey, bu olaya gereken hassasiyetin ve tepkinin gösterilmemiş olmasıdır. Amaçları ve nitelikleri farklı da olsa, örneğin Gazze’den Urumçi’ye kadar son zamanlarda “katliam ve vahşet” diye nitelendirilen olaylar gibi bu hadisenin de kınanması bu konuda da benzer sertlikte bir tavır sergilenmesi gerekmez miydi?
Yoksa bu tür terör eylemleri Irak’ta sık oluyor diye artık rutin sayılarak kanıksanıyor mu?

Hani güvenlik?
BU son vahşeti kim, neden yapmış olabilir?
Irak resmi makamları El Kaide’yi ve onunla işbirliği yapan Saddam yanlısı eski Baasçıları sorumlu tutuyorlar. Daha önceki benzer saldırıların bu örgüt ve yandaşları tarafından gerçekleştirildiği biliniyor.
Genelde bu eylemler Şiilere karşı -özellikle oturdukları mahallelerde, pazar yerlerinde, hatta camilerde- Sunni militanlar tarafından düzenleniyor.
Saddam döneminde iktidarı elinde tutan Sünniler, işgalden sonra etkin pozisyonlarını kaybettiler. ABD’nin Irak politikasındaki sayısız hatalarından biri de, mezhepler arasındaki hassas dengeleri altüst edip, gerek yönetimde, gerekse orduda Şiileri hâkim duruma getirmesi oldu. Bu sadece saf dışı edilen Sünni yönetici ve generalleri değil, aynı zamanda bu camianın mensuplarını da çileden çıkardı. Sonuçta bu, şiddeti bir yöntem olarak benimseyen örgütler için müsait bir ortam oluşturdu.
Oysa, Başbakan Maliki, 30 Haziran’da Amerikan askerlerinin kentlerden tamamen çekilmesinden sonra ülkede egemenlik bayramı ilan etmiş, artık Irak ordusunun güvenliği sağlayacağını belirtmiş ve Bağdat’ta eski duvarları ve barikatları kaldırma emrini vermişti.

Nereye varır?
ÖNCEKİ günkü saldırı, Maliki’nin söylediklerine ve yeni politikasına ağır bir darbe vurmuş oldu. Herhalde teröristlerin amacı da buydu; yani güçlerini sergilemek ve rejimi aciz duruma düşürmekti.
Maliki yönetimi şimdi yeniden güvenliği ön plana alıp eski sert önlemlere başvurmayı, hatta gene ABD’nin askeri desteğini istemeyi planlıyor.
Hükümetin şimdiye kadar güvenliği sağlayamadığı, ülkenin ekonomik ve sosyal sorunlarını da pek halledemediği açık. Ama onun yetersizliği veya beceriksizliği, Irak halkına ağır bir bedel ödeten militanların, önceki günkü gibi vahşi bir kıyıma girişmelerini kesinlikle haklı çıkarmaz. Ayrıca kendileri de bu şekilde bir yere varamaz, Irak’ta bir türlü iç barışa kavuşamaz...