İstanbul’un insanı bezdiren yol trafiğinden bahsetmiyoruz. Son günlerde gerçekten bu trafik tahammül edilmez boyutlar aldı, günlük yaşamı felç etti. İstanbul, bütün güzelliklerine karşın, bu trafik perişanlığı yüzünden, yaşanmaz bir kent haline geldi. Ve en kötüsü, sorunun çözümüne ilişkin “tünelin ucunda bir ışık” görünmediği için, herkes umutsuz ve gergin.
Bizim bugün ele almak istediğimiz konu, Ankara’daki diplomatik trafiktir. Son günlerde başkentteki bu trafikte de, olağanüstü bir yoğunluk görülüyor.
Ankara’ya birkaç gün içinde peş peşe gelen yabancı devlet adamları arasında NATO Genel Sekreteri Ansers Fogh Rasmussen’den Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelleger’e, Polonya Dışişleri Bakanı Radek Sirkosky’den, Çin Başbakanı Ven Ciatgo’ya kadar, birçok önemli şahsiyeti sayabiliriz.
Bu trafik, Türkiye’nin aktif dış politikasının bir sonucu ve uluslararası camianın Türkiye’ye verdiği önemin göstergesi.
Sorunlara rağmen...
Ankara’ya yapılan bütün bu ziyaretlerin ışığında, Türk dış politikasındaki gelişmelerle ilgili bazı sonuçlar çıkarabiliriz.
Bunlardan biri, Türk diplomasisinin bazı sorunlar yaşanan ülkelerle, ilişkilerini ikili zeminde geliştirmeyi amaçladığıdır.
Avusturya Dışişleri Bakanı’nın ziyareti, bu hususun daha açık anlaşılmasına vesile oldu. Avusturya, Fransa ve Almanya gibi Türkiye’nin AB üyeliği’ne başından beri karşı çıkan bir ülke. Oysa iki ülke arasında AB konusu dışında ortak çıkar ve ilgi alanları var. Bunların başında da ekonomik işbirliği geliyor. Nitekim Avusturyalı konuğun gelişi bu alanda (enerji dahil) beraber çalışmanın yararını ortaya koydu.
Türk diplomasisinin benimsediği anlayış, dost ülkelerle anlaşmazlıklara rağmen, ikili ilişkilerin ve işbirliğinin devam ettirilmesinin gerektiğidir. Yani örneğin AB konusu, Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan ülkelerle ikili ilişkileri ipotek altına almamalıdır.
Benzer bir durum Fransa ile de söz konusu. Fransız Dışişleri Bakanı Bernard Koucher önümüzdeki pazartesi Ankara’ya geliyor.
Malum, Fransa Türkiye’nin AB üyeliğine karşı. Bu yüzden bir ara iki taraf arasında bir hayli gerginlik yaşandı. Ancak son zamanlarda ilişkiler düzelmeye başladı, karşılıklı ziyaretler birbirini izledi. Cumhurbaşkanı Sarkozy, AB bağlamında görüşünü değiştirmişe benzemiyor, ama Fransız diplomasisi “Türkiye’yi kazanmak” için çaba harcıyor. Koucher, dün ziyaretiyle ilgili bir açıklamasında, Türkiye’yi “son derece önemli bir ortak” olarak nitelendirdi ve iki ülke arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel işbirliği alanlarını saydı.
En iyi yol
Diğer ülkelerle de benzer durumlardan söz edebiliriz.
En yakın müttefik ABD ile bölgesel sorunlar üzerinde ciddi görüş ayrılıkları var. Hatta bu yüzden (özellikle İran ve İsrail ile ilgili) sürtüşmeler de yaşanıyor.
Ancak bu uyuşmazlıklara rağmen, iki ülkenin çıkarları, mevcut ilişki ve işbirliği düzeninin korunmasını gerektiriyor.
Aynı şey, Rusya ile ilişkiler için de söylenebilir. Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev’in Kıbrıs ziyaretinde söyledikleri, Kıbrıs meselesinde Moskova ile Ankara’nın görüşlerinin çok farklı olduğunu ortaya koydu. Buna benzer başka anlaşmazlıklar da olabilir.
Ama iki ülkenin çıkarları, ikili zemindeki işbirliğinin devamını gerektiriyor.
Çin ile de, örneğin dün Ankara’da gösterilere konu olan Uygur Türklerinin durumu üzerinde ciddi görüş ayrılıkları var. Ankara’nın bu konudaki hassasiyetini konuğuna aktarması doğal. Ancak bu, Çin ile çeşitli alanlardaki işbirliğinin sürdürülmesine engel değil.
Örnekleri daha fazla uzatmadan diyebiliriz ki, “sorunlara rağmen, ikili ilişkileri ilerletmek”, doğru bir politikadır.
Bunun aksini yapmak, sadece düşmanlık ve gerginlik yaratır. Bu da akılcı bir yol sayılmaz.