AVRUPA Birliği Dışişleri Bakanlarının Apeldoorn toplantısının olumlu yanı, olumsuz bir sonuç çıkmamış olmasıdır!
Gerçekten, Türkiye'nin adaylığı konusunda geriye adım atılmamış olması, Türkiye için hayırlı bir gelişme sayılır.
Hatırlayın: Hıristiyan Demokrat Partilerin iki hafta önce "Türkiye'yi medeniyet farkı" gerekçesi ile Avrupa camiasından dışlamak isteyen kararı, havayı ne kadar bulundırmıştı. Bu hava, Türkiye'yi ne kadar şoke etmişti. AB içinde de ne kadar hararetli tartışmalara yol açmıştı...
AB Dışişleri Bakanlarının "gayri resmi" toplantısı, bu bakımdan büyük önem taşıyordu.
Şimdi Apeldoorn'dan verilen mesajın - son günlerde korkulduğu gibi - hiç de olumsuz olmadığı görülüyor. Toplantıdaki genel eğilim, "Türkiye'nin Avrupalılığını" teyid etmiştir. Dışişleri bakanları (Yunan ve Alman bakanlar dahil) Türkiye'nin AB'nin dışında tutulamayacağı konusunda görüş birliğine varmıştır. Ayrıca Türkiye'ye diğer 11 aday gibi aynı kıstasların uygulanması gerektiği de vurgulanmıştır.
Türk diplomasisinin son haftalarda Avrupalılara anlatmaya çalıştığı tezi şu üç noktaya dayanıyordu: 1. Dışlanmama. 2. Eşitlik. 3. Tam üyelik perspektifinin kabulü.
Apeldoorn toplantısından çıkan sonuç, bu üç esasın kabul edildiğini ortaya koyuyor.
* * *
BU nasıl oldu? AB'de bir ara Türkiye'nin aleyhinde esmeye başlayan hava nasıl değişti?
Bunun belli başlı nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:
* Hıristiyan Demokratların "medeniyet farkı" gerekçesi, Avrupa'da çok ters tepki yarattı. Hemen hemen bütün partiler, basının ve kamuoyunun büyük kısmı, ayağa kalktı. Açıkçası Avrupalılar, Türkiye'yi din ve kültür farkı nedeni ile reddettikleri izleniminin yaratılmasından çok rahatsız oldular. Apeldoorn toplantısı, işte böyle bir akımın güç kazandığı sırada yapıldı.
* AB içinde Fransa, İngiltere gibi ülkeler, ayrıca AB Komisyonu (yürütme organı) yetkilileri, Türkiye'nin dışlanmaması için büyük çaba harcadılar. Bu çabalar, Türkiye'nin jeostratejik konumunun ve ekonomik potansiyelinin daha iyi anlaşılmasına yol açtı. Daha açık bir ifade ile, AB üyelerinin büyük kısmı, "Türkiye'yi kaybetme"nin kendi çıkarları için de ciddi sakıncalar yaratacağını sezdiler.
* Türk diplomasisinin yaptığı çıkışlar da, bu sonuca katkıda bulundu. Bazı AB yetkilileri resmi beyanlarında, Türkiye'nin "NATO kartını" oynamasını tehdit veya şantaj diye niteleyip eleştirdiler. Ama Ankara'nın, elindeki kozu bir baskı unsuru olarak kullanmasının, Avrupalıları düşündürmeye sevkettiği de bir gerçektir.
Bu faktörlere ABD'nin Türkiye lehinde ağırlığını koymasını da eklemek mümkün. Gerçi özellikle Almanlar Washington'a çok bozuldular; ama ABD'nin AB'ye verdiği mesajların bazı üyelerce dikkate alındığı da inkar edilemez...
Nedenleri ne olursa olsun, ortaya çıkan durum tek cümle ile şudur: AB, "Türkiye'yi dışlayamayacağını" anlamıştır.
Şimdi mesele, bunun ne ölçüde "Türkiye'nin AB'nin içine alınacağı" anlamına geldiğidir.
* * *
BU konuda Fransa'nın Avrupa Konferansı adı altında ortaya attığı bir fikir var. Buna göre, tüm adaylar (Türkiye dahil) bu konferans çerçevesinde AB ile sürekli iletişim kuracak. Adaylar niteliklerine göre "dalga dalga" AB üyeliğine alınacak.
Bu formül, Türkiye'nin adaylar listesinin dışında kalmasını önleyecek. Ankara'nın sonda kalmayıp daha öne geçmesi de kendi çabalarına bağlı olacak.
Fransa diğer partnerleri ile bu fikri önümüzdeki haftalarda daha somut hale getirmek niyetindedir. Bu, Türkiye'yi en azından diğer adaylarla beraber, "bekleme salonu"na almış oluyor.
Önemli olan, Türkiye'nin bu "bekleme" sırasında, boş durmayıp kendisini kabul ettirecek ilerlemeleri hızla gerçekleştirmesidir...