Türkiye, Danimarka’nın dün İspanya’dan devraldığı 6 aylık AB başkanlığı dönemine, daha belirsiz, hatta karanlık bir perspektif ile girmiş bulunuyor.
Bu karamsar tablonun Danimarka’nın pozisyonu ile ilgisi yok. Aslında bu kuzey ülkesi, sanıldığının aksine, aralık ayındaki Kopenhag zirvesinde Türkiye’ye müzakere süreci için bir tarih verilmesini samimi olarak istiyor. Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen ve Dışişleri Bakanı Per Stig Möller’in Türk basınında yer alan beyanları, bu olumlu tutumun açık ve bağlayıcı belirtileri.
Ancak Danimarka liderlerinin söyledikleri, bir o kadar da net ve uyarıcı. Dedikleri şu: Türkiye’ye Kopenhag zirvesinde müzakereler konusunda gün verilmesi için destek olacağız. Ama, bunun gerçekleşmesi Türkiye’nin de çabasına bağlıdır. Eğer Ankara temel kriterleri yaşama geçirirse, bu süreç başlatılabilir. Yok, eğer Türkiye bu kararlılığı göstermez ve bu şartlara uymazsa, Kopenhag’dan beklenen olumlu kararın çıkması mümkün olmaz...
Danimarkalılar bu mesajı "ha gayret" edası ile veriyorlar ve Ankara’daki büyükelçilerinin deyişi ile, "tango için iki kişiye ihtiyaç olduğunu" hatırlatıyorlar...
***
NE yazık ki İspanya’nın dönem başkanlığının sonlarına doğru Türkiye bu tangoyu gereği gibi yapmamaya başladı. Şimdi yılın son 6 aylık kritik dönemine girilirken, Ankara’nın yansıttığı görünüm, tüm beklentilere ters: Koalisyon hükümeti, temel kriterler üzerinde bölünmüş durumda. Kafalar 2 - 3 "hassas konu"ya takılıp kaldı. Bir an önce reform yasalarını çıkarması beklenen Meclis, dünden itibaren tatile çıktı! Ve şimdi hükümet değişikliğinden, hatta erken seçimden söz ediliyor...
Bu durumda Türkiye’nin AB’den üyelik konusunda "gün istemesi" mümkün mü? Ekim ayında karara yön verecek olan İlerleme Raporu çıkacak. O tarihe kadar da Türkiye’nin sadece 2 - 3 hassas konuda değil, temel siyasal kriterlere uymakta gerçekten ilerleme göstermesi şart. Bu yapılmazsa, Kopenhag zirvesinden müzakere tarihi kararı çıkmaz. Olsa olsa, gene yuvarlak ifadeler taşıyan ve "tarihi fırsatı" belki de bir daha yakalanamayacak belirsiz bir geleceğe bırakan bir deklarasyon çıkar, o kadar...
Ankara’da şu anki havaya bakılırsa maalesef gidiş bu yönde...
***
SİYASİLERİN önümüzdeki 6 aylık dönemi iyi kullanmak kararlılığını göstereceklerini ümit etmek dahi artık zor.
Böyle siyasal bir ortamda, diplomasi ne yapabilir? Gene "davayı sonuna kadar" savunmaya, AB yöneticilerine ve üye ülkelerin liderlerine mesajlar vermeye, çağrılar yapmaya devam edebilir. Ama iç dinamiklerde bir gelişme olmazsa, sadece dışa yönelik çabalardan da fazla bir şey beklenemez...
Dışişleri bakanı İsmail Cem bugün Berlin’e gidip Alman meslektaşı ile görüşecek. Bunu önümüzdeki haftalarda başka ziyaretler, temaslar izleyecek.
Henüz resmen ilan edilmedi, ama 18 Temmuz’da AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi Ankara’ya gelecek. (Bu bir komisyon başkanının 40 yıldan beri Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaret olacak)...
Brüksel’de AB nezdindeki büyükelçilik görevini tamamlayan Nihat Akyol için komisyon üyesi Günter Verheugen başta olmak üzere AB yetkililerinin ve üye ülke diplomatlarının verdiği veda yemeklerinde yapılan konuşmalar, Türkiye’ye verilen değeri bir kez daha ortaya koydu. Ama bu değeri fiiliyata çevirmek, yani istenilen sonucu almak, Türkiye’nin - daha doğrusu Türk siyasetçilerinin - elinde. Bunun için de artık çok az zaman kaldı...