Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



NEW York'taki Kıbrıs zirvesinin ikinci raundu da (birincisi gibi) saat farkı nedeni ile gece yarısına sarktığı için, bunun sonucunu ancak yarın yorumlayabileceğiz.
Bugün de Kıbrıs sorununun çok tartışılan başka yönlerine bakalım.
Bunlardan biri, Kıbrıs Rum tarafının - ve de Yunanistan'ın - gerçekten 1 Mayıs'a kadar bir çözüm isteyip istemediğidir.
Bizde yaygın kanı, Kıbrıs Rumlarının mayısta mutlaka AB'ye girecekleri için, taviz vermelerini gerektirecek bir çözüme hiç ihtiyaç duymadıklarıdır. Bu görüşe göre, Papadopulos yönetimi, bu nedenle zaman kazanmak istiyor ve müzakere sürecini de yokuşa sürmeye uğraşıyor.
İlk bakışta makul görünen bir görüş bu. Ama aslında Kıbrıs'ta Rum tarafının da o kadar rahat olmadığı ve mayıstan sonra "çözümsüzlük" halinin kendileri için tehlikelerle dolu olduğu da bir gerçek...
***
FARZ edelim ki 1 Mayıs'a kadar çözüm olmadı. Evet, o tarihte Kıbrıs Rum kesimi, "Kıbrıs Cumhuriyeti" adı altında AB üyesi olacak. Rumlar o tarihten itibaren AB üyeliğinin tüm avantajlarına da kavuşacak. Bu havada bazı Rumlar "biz kazandık, Türkler kaybetti" diyebilecek...
Tabii ki Kıbrıs Türklerinin (ve Türkiye'nin) kayıpları olacak. Ama Kıbrıs Rumlarının (ve Yunanistan'ın) da kayıpları olacak. Nitekim o tarihten itibaren "Yeşil Hat", daimi bir sınıra dönüşecek... Güney ile Kuzey'in birleşmesi hayal olacak, Kıbrıs Rumlarının (belirli sayılarda da olsa) eski yerlerine dönmeleri veya tazminat talep etmeleri mümkün olmayacak... İki kesim arasında huzursuzluk, hatta gerginlikler yaşanacak... Rumlar kuzeyde karşılarında Türk askerini görecek... AB ve ABD, çözümsüzlüğün sorumluluğunun Rumlara ait olduğunu tespit ederlerse, Papadopulos yönetimi, diplomatik platformda ciddi sıkıntılarla karşılaşacak...
Yunanistan için bunlara başka olumsuzluklar da ekleniyor: Türk - Yunan ilişkilerinin bozulması ve Ege sorunlarının çözümünün daha zorlaşması gibi...
Görüldüğü gibi, çözüm olmadığı takdirde Rum tarafının 1 Mayıs'ta "Oh biz AB'ye girdik, istediğimiz oldu. Şimdi Türkler dertlerine yansın" diyecek halleri yok.
Eğer Kıbrıs Rum liderliği bunun bilincinde ise, çözümsüzlüğün onlar için de yaratacağı sıkıntıları düşünerek, mutlaka uzlaşma yolunu seçmelidir.
***
MERAK yaratan bir başka konu da, ABD'nin birdenbire çözüm için neden bu kadar aktif biçimde devreye girdiğidir.
Aslında Bush yönetimi Kıbrıs ile pek ilgilenmiyordu. Onun başka öncelikleri, Washington'da bu meseleyi adeta unutturmuştu. Son zamanlarda yönetimin tavrı değişti. ABD de mayısa kadar mutlaka çözüm sağlanması için, yoğun çaba harcamaya başladı.
Nedeni açık: Ortadoğu'dan Kafkasya'ya, Doğu Akdeniz'den Balkanlar'a kadar geniş bir bölgede nüfuzunu pekiştirmeye çalışan Washington, bu stratejisi çerçevesinde, Kıbrıs meselesinin de hallini zaruri görüyor. Diğer bir deyişle Kıbrıs'ın bir istikrarsızlık ve gerginlik kaynağı olmasını istemiyor. ABD ayrıca Türkiye'nin AB ile bütünleşmesini savunurken bunun Kıbrıs engeline takılması halinde Ankara'nın dış politikasında bir rota değişikliği yapmasından kaygı duyuyor.
Ne ilginçtir ki, bugün ABD'nin Kıbrıs politikası, AB'nin ve BM'nin de tutumu doğrultusunda... Bu uluslararası konsensüsü görmezlikten gelmek mümkün mü?