Kopenhag zirvesinden çıkan kararın Türkiye için "zafer" mi, "fiyasko" mu olduğu tartışmalarına artık son versek iyi olur. Bu bizi bir yere götürmez. Ortada bir gerçek var: Karar bellidir. Şimdi dikkatler ve çabalar bundan sonra ne yapılması gerektiği üzerinde odaklanmalıdır.
Bunun yolu da bellidir: Öncelikle siyasal reformları Kopenhag kriterleri doğrultusunda hayata geçirmek şart. Bunun için de, daha önce (Kopenhag zirvesi arifesinde yapıldığı gibi) yumurta kapıya dayanıncaya kadar beklemeye gerek yok. Önümüzde epey zaman var, ama bugünkü tek partili iktidar ve uyumlu Meclis, yasal düzenlemeleri hızlı biçimde yapabilir.
İş bununla da bitmiyor: Türkiye yalnız siyasal değil, ekonomik ve sosyal alanlarda da, AB müktesebatını da dikkate alarak, şimdiden müzakere süreci için hazırlıklarına başlamalı. Bu da ne kadar hızlı gerçekleştirilirse, o kadar iyi olur. Sadece "AB gereği" olduğu için değil, siyasetçilerimizin sık sık tekrarladığı gibi, Türk halkının hayrına olacağı için...
Bu zamanı (yani iki yılı) iyi değerlendirme bağlamında, dikkate alınması gereken önemli bir nokta daha var: Türk toplumunun "hal ve davranış" alanında da standartlarını yükseltmesi için yoğun bir kampanya başlatmalı. "Biz bu kafa ile zor Avrupalı oluruz" dedirten zihniyet ve uygulamaları değiştirmek de elimizde...
***
Yeni dönemde ivedilikle yapılması gereken işlerden biri de, Kıbrıs sorununa çözüm arama çabalarını yeniden başlatmaktır.
Kopenhag zirvesinde Kıbrıs’la ilgili olarak alınan karardan sonra, Annan planı çerçevesinde müzakereleri başlatmak, kaçınılmaz. Taraflar eninde sonunda, bir şekilde (yöntemi ne olursa olsun) masaya oturacaklar.
Eğer o tarihe kadar (yani şu iki buçuk ay içinde) bir çözüme ulaşılabilirse, ne ala. O zaman Kıbrıs, güneyi ile, kuzeyi ile AB üyelik yoluna girecektir.
Yok, eğer anlaşma sağlanamazsa, Kopenhag zirvesinin kararı uyarınca, Güney Kıbrıs tek başına üyeliğe hak kazanacak, Kuzey ise bunun dışında kalacaktır...
***
Türk tarafı açısından bunun sonucu ne olur? Bu konuda adada ve Türkiye’de tartışılan (ve maalesef Kıbrıs Türk toplumunu derinden bölen) iki zıt görüş var.
Birinci görüşe göre, Güney’in tek başına AB’ye girmesi, Rum - Yunan tarafının başarısı olur. Rumlar bunun avantajını sağlarken, Türk tarafı bu olanaklardan yoksun kalır, izole olur, tamamen Ankara’nın desteğine muhtaç kalır. Bu arada Kıbrıs Türkleri göç eder. Böyle bir durum Türkiye için sadece AB değil, ABD ve BM karşısında ciddi sıkıntılar yaratır, Türk - Yunan ilişkilerini bozar ve özellikle adada da sürtüşmelere ve gerilime yol açar...
İkinci görüşe göre ise, Güney Kıbrıs’ın üye olması, adanın bölünmüşlüğünü kesinleştirir, KKTC’nin "de facto" varlığı sürer, hatta KKTC Türkiye ile daha da entegre olur veya birleşir. Bu durum Rum kesimi için huzursuzluk ve gerilim kaynağı olur, AB de bundan zarar görür...
AKP iktidarı, çözüm şıkkının lehinde olduğu izlenimini veriyor. Bunun Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının yararına olacağı kuşkusuz. Gerçekten Kıbrıs için artık çözüm zamanı gelmiştir. Bu konuda da eski tartışmaları ve kuşkuları bir yana bırakıp ileriye bakmak ve yeni ufuklar açmak gerekiyor.
AKP’nin ve hükümetin yeni bir yaklaşım sergilemesi ve çözüm konusunda istekli veya niyetli olması cesaret vericidir. Bütün mesele, bu niyetin güçlü ve sürekli bir kararlılığa dönüşüp dönüşmeyeceğidir.