Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Lefkoşa
ÖNÜMÜZDEKİ pazar KKTC’de yapılacak seçimlerin sonucu, Kıbrıs müzakere sürecini ve Rum tarafıyla anlaşma şansını nasıl etkileyecek?
Cumhuriyetçi Toplum Partisi’nin (CTP) iktidarda kalması halinde, geçen eylülde başlayan doğrudan görüşmeler devam eder. CTP ve Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “iki kurucu devletin siyasal eşitliğine dayalı federal bir yapı” çerçevesinde bir çözümden yana. Müzakereler de bu parametreler üzerinde sürdürülüyor.
Muhalefetteki Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) seçimleri kazanması halinde, bu politikada -hemen olmasa da zamanla- bazı değişiklikler olabilir.
UBP lideri Derviş Eroğlu’nun şimdiki müzakere sürecinin gidişini ve Talat’ın ortaya koyduğu pozisyonu hiç onaylamadığı biliniyor. Aslında Eroğlu’nun (ve UBP’nin) Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili görüşleri, Talat’ın (ve CTP’nin) tutumundan çok farklıdır. Eroğlu, 1990’larda Başbakan iken, KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak varlığının sürdürülmesi anlamında, “Çözümsüzlük en iyi çözümdür” şeklinde ifade ettiği görüşüyle tanınmıştı.

Eroğlu farklı düşünüyor
EROĞLU’na bu görüşünü koruyup korumadığını sorduğumuzda, aldığımız yanıt şöyle oldu: “Eğer müzakerelerde bir anlaşma olamıyorsa, ne yapmamız lazım? Biz masada yüz sene kalamayız.”
Eroğlu, müzakerelerde Türk tarafının şimdiye kadar kabul ettiği bazı temel ilkelere şiddetle karşı çıkıyor. Örneğin “tek egemenlik” ve “tek vatandaşlık” prensibi gibi...
Bu, onun görüşüne göre, adada Rum hâkimiyetinin kurulması anlamına gelir. Eroğlu aslında CTP’nin (ve Talat’ın) savunduğu “federasyon” kavramından da ayrılıyor ve benimsediği sistemin “konfederasyon” olduğunu da açıkça söylüyor.
Bu esaslar üzerinde Rumlarla anlaşmak mümkün mü? Eroğlu soruyu şöyle değiştiriyor: “Peki biz Rumların birleşme şartlarına uymaya mahkûm muyuz?”

Talat’ın işi zor
UBP’nin seçimleri kazanması ve Eroğlu’nun hükümetin başına geçmesi halinde, kendi politika çizgisini kabul ettirmek isteyeceği açık. Nitekim Eroğlu, müzakerelerde Talat’ın yanında, kendi Dışişleri Bakanı’nın da yer almasını ve hükümetle Cumhurbaşkanı arasında daha sıkı bir eşgüdüm kurulmasını öngördüğünü şimdiden söylüyor.
Bu tabii, Talat’ın şimdiye kadar müzakerelerde sahip olduğu manevra kabiliyetini kısıtlayacağı anlamına gelir...
Talat ile görüşmemizde, kendisinin de böyle bir zorluğun -ve sıkıntının- farkında olduğunu gördük.

Ankara’nın rolü
TALAT aslında müzakerelerin seyrinden memnun ve umutlu görünüyor. Ona göre, şimdiye kadar yapılan 22 toplantıda birçok temel prensiplerde ve konu başlıklarında  “önemli ilerlemeler” kaydedildi. Önümüzdeki haftalarda güvenlik ve toprak gibi kritik konular ele alınacak, ağustos sonu veya eylülde de “al-ver” (esas pazarlık) aşamasına girilecek.
Ne var ki, genel prensiplerde mutabakata varılması dahi, anlaşmaya yaklaşıldığı anlamına gelmiyor. Konuların “detayı”na inilince, “şeytan” ortaya çıkıyor!..
Kaldı ki, en iyimser tahminle, bir çözüm şekli üzerinde mutabakat sağlansa bile, bunun iki tarafın halkına bir referandumda sunulması gerekecek. Oysa son yapılan anketler, şimdi Türk tarafının da bir ortak devlet konusunda artık eskisi kadar hevesli olmadığını gösteriyor.
Bu zor denklemde KKTC’de seçimden sonraki gelişmeler karşısında, Ankara’nın nasıl bir tavır alacağı da çok önemli. Açıkçası, “çözüm süreci”nin geleceğini esas belirleyecek olan, Türkiye’dir. Ankara da bu konudaki tavrını belirlerken, bir yandan Kıbrıs Türklerinin, diğer yandan bizzat Türkiye’nin çıkarlarını göz önünde bulundurmak durumundadır...