DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan dün NTV’ye verdiği demeçte, Türkiye’nin yeni seçildiği BM Güvenlik Konseyi’nde nasıl bir politika izleyeceğine ilişkin soruyu şöyle yanıtladı: “Bizim özgün bakışımız çok önemli burada. Bize oy veren ülkelerin çoğunun beklentisi de bu. Pek çok konuda inisiyatif geliştiren, ortaya kendi teklifini koyan ve pozitif yaklaşımlarıyla çözüm üreten bir ülkeyiz”...
Türkiye bu başarısıyla, şimdi uluslararası sahnede önemli bir aktör olarak öne çıkıyor.
Bu yeni rol, birtakım avantajlar ve fırsatlarla beraber bazı riskler ve güçlükler de getiriyor.
Ankara bunun bilincinde ve bu sorumluluklarını gereği gibi karşılamak için kollarını şimdiden sıvıyor.
Babacan’ın da belirttiği gibi, Türkiye üyesi olduğu bu forumda, şimdiye kadar belki fazla ilgi duymadığı -Kara Afrika’nın ve Latin Amerika’nın siyasal sorunlarından, küresel ısınma ve gıda krizine kadar çeşitli problemlerle meşgul olmak, bu konularda net tavır alıp Konsey’de oyunu ona göre kullanmak zorunda.
Bu bakanlıkta ve BM’deki delegasyonda çok sıkı ve ayrıntılı çalışmaların yapılmasını gerektirecek. Tabii bunun için Türk delegasyonunun ve Dışişleri Bakanlığı kadrolarının takviye edilmesi de şart...
Kesin tavır
Güvenlik Konseyi üyeliği şimdi Türk diplomasisine birçok konuda kesin tavır almak ve yeni stratejiler belirlemek sorumluluğunu yüklüyor.
Türkiye son yıllarda özellikle Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya ile ilgili sorunlarda “özgün” politikalar geliştirmiş, barışçı ve uzlaşıcı roller üslenmiştir. Güvenlik Konseyi seçimindeki başarı muhakkak ki bu performansa önemli bir etken olmuştur.
Ama bundan böyle Türkiye, daha çok meselede, daha kesin bir tavır almak zorunda kalacaktır. Bunların bir kısmı, zaman zaman Türkiye’yi zor duruma düşürecek olan sorunlardır.
Örneğin Konsey’in gündemine sık sık gelen İran meselesi gibi. Ankara şimdiye kadar, Konsey dışındaki bir ülke, ama hem ABD’nin müttefiki, hem İran’ın komşusu olarak, bir “orta yol” izlemiş ve hatta perde arkasında “kolaylaştırıcı” rolünü de üslenmiştir.
Güvenlik Konseyi’nde bu tavrı sürdürmek mümkün. Ama oylamaya gidileceği zaman, Türkiye’nin (çeşitli çıkarları ve etkenleri dikkate alarak) açık ve net bir pozisyon alması gerekecektir.
Geçenlerde 192 üyeli BM Genel Kurulu’nda, Kosova sorununun Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesine ilişkin oylamaya Türkiye katılmamayı tercih etmişti. Kosova’yı tanıyan birçok ülkenin “çekimser” oy kullandığı bu toplantıda, Türkiye’nin hiç oy vermemesi, doğrusu hoş karşılanmamıştı... Güvenlik Konseyi’nde böyle “kaytarmalar” yerine, kesin ve cesur bir tavır sergilemek gerekecektir.
Tercih nedeni
Türk diplomasisinin çeşitli konularda tercihini yaparken, kendi çıkarlarını, taraflarla ilişkilerini ve dengeleri dikkate alması gerekecektir. Bu zaman zaman Ankara’nın daha “özgün” ve bağımsız bir politika izlemesine yol açacaktır ki, bu aslında Türkiye’de yetkililerin ve kamuoyunun eğilimi doğrultusundadır.
Gerçekten Türkiye bir süredir dış politikada kendisini yakından ilgilendiren meselelerde -Batılı müttefiklerine ters düşme pahasına- daha özgün bir tutum almaktadır. Artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi “blok aidiyeti” -yani Batı ile dayanışma- duygusu yerine, daha esnek ve dengeli hareket etmek fikri ağır basmaktadır.
Dışişleri Bakanı’nın dünkü sözleri Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin böyle bir siyasal tercih yapacağını gösteriyor.