Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Diyarbakır'da şehit düşen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, geçenlerde yayımlanan bir TV röportajında, terörizmle savaştan söz ederken, İspanya'yı örnek göstermişti. Bu ülkede ETA'nın hala kanlı eylemlerini sürdürdüğünü anımsatan Okkan, her seferinde yüz binlerce kişinin sokaklara dökülüp şiddeti lanetlediğini ve bunun da hükümete ve yerel yöneticilere büyük moral verdiğini belirtmişti.
Okkan bu sözleri ile sanki şu mesajı vermek istiyordu: Halk teröre karşı devletle aynı safta olduğunu gösterirse, bu mücadele daha etkin yürütülür. Bu tür olaylar devam etse de, önemli olan halkın da devletle birlikte iradesini ve gücünü sergilemesidir.
Hunharca işlenen suikasta kurban giden Emniyet Müdürü rahat uyuyabilir: Onu çok seven halk, sokaklara dökülüp ve teröristleri lanetleyip tepkisini göstermiştir. Türkiye'de ilk kez bir polis müdürünün şehit edilmesi, öylesine anlamlı bir gösteriye yol açmıştır.
* * *
BU acı olayın düşündürücü pek çok yanı var. Önümüzdeki günlerde herhalde bir daha böyle durumlara düşmemek için neler yapılması gerektiği konusu da tartışılacak.
Bu arada şöyle bir fikir ortaya atanlar var: Türkiye'nin AB normlarına uymak için mevcut yasalarda ve sistemde değişiklik yapması hatalı olur. AB ile uyum sağlayalım derken, karşılaştığımız tehditlerle mücadelede zayıf duruma düşeriz...
Bu düşünce yanlıştır. Okkan'ın değindiği örneğe dönersek, İspanya'da ETA teröristlerine karşı savaş, yıllardan beri demokratik kurallara uygun şekilde yapılıyor. Aynı şey diğer Avrupa ülkeleri için de geçerlidir.
Bir Batılı diplomatın deyişi ile "terörle en etkin mücadele, hukuk devleti çerçevesinde, demokratik uygulamalarla ve halkın desteği ile yapılabilir. Terörizm var diye bir yaşam şekli olan demokrasi feda edilmez. Edilirse, teröristlere boyun eğilmiş, onların istediği yerine getirilmiş olur".
Herhalde merhum Gaffar Okkan da öyle düşünüyordu...

BELLİ ki KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın önceki gün İstanbul'da kalabalık bir gazeteci topluluğunu bir basın konferansına davet etmesinin amacı, bazı sıkıntılarını kendileri ile paylaşmak ve onlar aracılığı ile bazı mesajlar vermekti.
Denktaş'ın şu sırada sıkıntılı olduğu açık. Bir yandan dünya kendisini tekrar masaya oturtmaya uğraşıyor; öte yandan kendisi öne sürülen koşullarla görüşmeleri sürdürmek istemiyor. Denktaş BM Genel Sekreteri'nin önerilerine göre müzakereye oturmayı tehlikeli sayıyor. Bir kere masaya oturdunuz mu, öyle bastırırlar ki zor kalkarsınız" diyor. Ama devam ediyor: "Biz görüşmeleri kesmiyoruz. Yeni esaslara göre otururuz diyoruz. Masaya oturma koşulları üzerindeki pazarlık da, masadaki pazarlık kadar önemlidir."
Şu sırada olan da budur.
Denktaş, kapısını çalan çeşitli temsilcilerle bir nevi "görüşme için görüşme" yapıyor. İlginç olan husus, bu pazarlığın, ABD, İngiltere gibi yabancı ülkelerin ve konuya adeta muhatap gibi giren BM'nin temsilcileri ile yapılmasıdır. Esas muhatap olan Klerides ise şimdilik seyirci!
* * *
DENKTAŞ'ın verdiği mesajlardan biri (belki de en önemlisi) AB ile ilgili. KKTC liderine göre sorun şimdi bu kadar içinden çıkılmaz hale gelmişse bunun başlıca sorumlusu, Güney Kıbrıs'a umut veren AB'dir. AB'nin arkasında ABD ve İngiltere var. Onlar da Yunan - Rum tuzağına düşmüş durumdalar. İşte, Denktaş, Türkiye'nin bunu görüp AB üyeliğini ona göre değerlendirmesini istiyor. Ama öte yandan da "Kıbrıs'ta çözüm olmazsa, AB sadece Güney Kıbrıs'ı almaz" diyor. Bu doğru ise, adanın bölünmüşlüğü devam edecek demektir ki, Denktaş Türkiye ile entegrasyon çerçevesinde de buna hazır görünüyor...