Bugün İstanbul’da P5+1 grubu ile İran arasında yapılacak toplantı için uzmanlar İran krizinin halli için “son diplomatik şans” diyorlar.
Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre Sarayı’ndaki ilk görüşmeler iyi giderse bu “yeni bir sürecin başlangıcı” olabilir.
Her halükârda, İran ile BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ile Almanya’nın, uzun bir aradan sonra müzakere masasına oturmaları, cesaret verici bir gelişme.
Bu konuda daha önceki toplantı Ocak 2011’de gene İstanbul’da yapılmış, sonuç alınamayınca herkes kendi yoluna gitmişti. Aradaki 15 ay içinde İran kendi nükleer programını geliştirmeye devam etmiş, Batılılar da İran’a karşı ekonomik yaptırımlarını ve baskılarını artırmıştır.
Aslında tarafların bu sorunu çözmek için yeniden bir araya gelme kararını vermeleri ve bu arada İstanbul’u da toplantı yeri olarak seçmeleri- hiç de kolay olmadı. Ama nihayet şartlar onları oturup konuşmaya zorladı.
- İran’ı P5+1 grubu ile masaya oturmaya sevk eden başlıca neden kuşkusuz uluslararası toplumun Tahran üzerinde artan ekonomik ve siyasal baskılarıdır. Özellikle ticari ve mali yaptırımlar artık İran’ın ekonomisi ve halkın günlük yaşamı üzerinde olumsuz etkilerini iyice hissettiriyor. İranlı yöneticiler ülkenin yalnızlığa ve sıkıntıya düştüğünün farkında.
- P5+1 grubu ve özellikle Batılılar da İran’la gerginliğin devamını, hem güvenlik, hem ekonomik açıdan, çok sakıncalı görüyorlar. Küresel mali krizin yayıldığı bir ortamda, petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artışlar, ayrıca İsrail’in İran’ı bombalama tehditlerinin yarattığı güvenlik endişeleri, Batı cephesinde de İran’la yeniden masaya oturma ihtiyacını hissettirmiştir.
Yeni başlangıç
Sebepleri ne olursa olsun, tarafların şimdi bir araya gelmeleri, önemli. Zira diplomatlar konuştuğu sürece, en azından gerginlikler ve özellikle çatışma (ya da savaş) tehlikesi azalır.
Dolayısıyla eğer İstanbul toplantısı gerçekten yeni bir müzakere sürecini başlatacaksa, dünya rahat bir nefes alabilecek, geleceğe daha umutla bakabilecektir.
Yok, eğer daha baştan ipler koparsa, bu “son diplomatik şans” da harcanmış olacaksa, bu kez daha tehlikeli bir sürtüşmenin eşiğine gelinecektir.
Konuyu yakından izleyen yabancı uzmanlar pek iyimser görünmemekle beraber, gene de “İstanbul randevusu”ndan umut verici sinyaller bekliyorlar.
Değişen şartlar
Kuşkusuz bu kez görüşmeler, 15 ay önceki şartlardan farklı bir ortamda yapılıyor. En önemli fark da, İran’ın bu zaman zarfında nükleer programını epey ileriye götürmesidir.
İran artık uranyumu yüzde 20 oranında zenginleştirme kapasitesine erişmiştir. Son teknolojiye uygun santritüjler kurmayı başarmıştır.
Dolayısıyla P5+1’in talep ve beklentileri de eskisinden farklı olacaktır. Mayıs 2010’da ABD’nin öncülüğünde BM Güvenlik Konseyi’nin bir yana ittiği Türkiye-Brezilya ortak girişimindeki takasın koşulları da artık geride kalmıştır.
Şimdi ABD İran’ın son zamanlarda geliştirdiği yüksek oranlı uranyum zenginleştirme faaliyetine son vermesini ve Kum kenti yakınlarında, bir dağın altında kurulan Fordo tesislerini kapatmasını istiyor.
İran bu yeni şartları kabul eder mi? Buna karşılık ne ister? Yoksa bu işi zamana bırakıp, “sessiz ve derinden” giderek nükleer programını daha da geliştirir mi?
Güven meselesi
Esas soru da şu: İran’ın asıl niyeti ne? “Molla”ların dediği gibi barışçı amaçlı enerji üretmek mi, yoksa Batılıların iddia ettiği gibi atom bombası yapmak mı?
Temelde, krizin nedeni, işte bu konudaki derin tutum farkının yarattığı karşılıklı güvensizlik, kaygı ve öfkedir.
Bu duygular lafla giderilemez. Tartışarak uzlaşmaya çalışmak, en akılcı yoldur.
Konuştukça belki de güven sağlanır ve yeni umutlar doğar...