Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       BAŞBAKAN Bülent Ecevit yeni seçimlere kadar iktidarda sadece üç ay kalabilecek. Ancak bu üç ay, dış politika açısından oldukça hareketli bir dönem oluşturacak.
Yeni hükümet bu zaman zarfında, Kıbrıs'tan Irak'a, AB'den Ceyhan boru hattı projesine kadar, birçok ivedi dış politika konusunda bir tavır koymak zorunda kalacak.
Bu bağlamda Ecevit'in dezavantajı ve sıkıntısı, karar verme ve uygulama süresinin çok dar olması, hükümetine de "geçici" gözü ile bakılmasıdır. Buna karşılık avantajı ve rahatlığı da, hükümetinin (azınlık adını da taşısa) "tek partili iktidar" niteliğini taşımasıdır.
Bu bakımdan Ecevit, aynı görevi sürdürecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile birlikte, dış konularda bir hareket serbestisine sahip olabilecek.
Aslında Mesut Yılmaz başkanlığındaki koalisyon hükümetinde de dış politikada DSP kanadının, daha doğrusu Ecevit - Cem - Gürel üçlüsünün etkili olduğunu unutmamalı. Özellikle Kıbrıs, AB ile ilişkiler, Irak politikası gibi konularda Ecevit'in yönlendirici rolü olmuştur.
Dolayısı ile, Ecevit'in yeni azınlık hükümetinin dış politikası, Yılmaz'ın koalisyon hükümetinin izlediği siyasetten farklı olmayacaktır. Bu açıdan bir "devamlılık" sağlanmış olacaktır.
* * *
KISA süre için de olsa, bu süreklilik - veya haftalardır devam eden belirsizliğin son bulması - yabancı diplomatik çevrelerde de bir rahatlamaya yol açıyor. Bir diplomatın deyimi ile, "yeni hükümetin belirli konularda nasıl davranacağını hiç olmazsa kestirmek artık mümkün olacak".
Tabii Ecevit'i işbaşında görmekten rahatsızlık duyan veya kaygılanan ülkeler var. Yunanistan, Kıbrıs Rumları gibi... Yabancı basın, Ecevit'e birçok meselede "şahin" ve "aşırı milliyetçi" olarak bakıyor. Avrupa'da son zamanlarda iktidara gelen sol partiler de bu duyguları paylaşıyor. Ama buna karşılık, Ecevit'in dürüstlüğünün yanı sıra laikliğe, demokrasiye bağlılığı ve ordu ile dengeli ilişkileri, güven verici sayılıyor...

ÖNÜMÜZDEKİ nisanda yapılacak seçimlere Almanya başta olmak üzere, yurtdışındaki Türklerin çoğunluğu katılamayacak. Bu seçmenlerin oy kullanma hakkı - 1995'te Anayasa'da yapılan değişiklik sayesinde - var, ancak pratikte bu olanak (gereken yasa çıkmadığı için) yok...
Avrupa'da sayısı 2 milyonu geçen Türk seçmenleri (Türkiye'deki seçmenlerin yüzde 7'si) bu yüzden çok kırgın ve kızgın. Haklı olarak tabii.
Düşünün ki, Almanya'da yeni iktidar şu sırada "misafir işçi" sayılan Türklere çifte vatandaşlık hakkını tanımaya hazırlanıyor. Şansölye Schröder'in koalisyon hükümeti, bu perşembe günü yasa tasarısını görüşüp Meclis'e sevkedecek. Gerçi muhalefet (CDU ve CSU) buna karşı çıkıyor, ama gözlemciler temmuz ayına kadar bu tasarının yasalaşacağını belirtiyorlar.
Bu, 1913'ten beri Almanya'da hakim olan bir zihniyetin değişimi anlamına geliyor. Artık Almanya'da "göçmenler" de Alman sayılacak ve eşit haklara kavuşacak. Bu sayede 1.4 milyon Türk çifte vatandaşlığa geçebilecek. Bu, onların Almanya'da seçme - seçilme hakkına sahip olmaları demektir.
Almanya'daki Türkler, anavatana bağlıdırlar ve Türkiye'deki seçimlere katılmak arzusundadırlar. Ne yazık ki bu seferki erken seçimlerde de bu şansları yok. Kendilerine "isteyen gelir, Türk sınırında oyunu kullanır" deniyor ki, bu da pek azının yapabileceği bir şey.
Bu nedenle Almanya'daki Türk örgütleri Anayasa Mahkemesi'ne başvurmayı da içeren bir kampanya başlatıyorlar.
Ankara yurt dışındaki Türklerden yükselen bu sese kulağını mı tıkayacak? Almanya'da yeni iktidar sözünü tutarken, Türkiye'de hükümet ve Meclis, ilgisiz mi davranacak?..





Yazara E-Posta: s.kohen@milliyet.com.tr